Vakt-i Muhabbet

Esra GÜL

VAKT-İ MUHABBET 
Gözlere değil özlere hitaben... 
"Şu yalan Dünya'nın nazlı gerçeklerine ithafen" 

Onca insan girip çıkar hayatınıza. Rehberiniz dolar taşar, sosyal medya listeniz kabarır arkadaş dediğiniz zâtlarla... 

Bir sorgu başlar, zihninizi kurcalayan, yüreğinizi yoran. Bugüne kadar hangisiyle neyi, nasıl, ne şekilde konuştum dersiniz. Bazen şiirler yarıştırır, satırlar karıştırırsınız, bazen de peki ya hiç hoş sohbet ettim mi diye sorgularsınız kendinizi... 

Kimi zaman bir denemeyi, Aşka dair yazılmış bir şiiri konuşur, kimi zaman da yerini dünyaya bırakan cümlelere şahitlik edersiniz. Gönül gözüne dokunulmayan, kapalı perdelerin aralanmadığı, ihlas'ın  muhabbete uğramadığı, lisanı zorlayan kelimelerin bolca yer aldığı, herşeyden öte dostluk kavramına erişilemeyen, kuru kalabalıklar oluşuverir çevrenizde... 

Aslında gidilmemiş bir şehir, varılmamış bir  menzilde, yada çok yakınında bile, 
yazarın; "Beyaz zambaklar ülkesi" diye tarif ettiği, bataklıklar içinde bile hoş kokan, her kelimesi huzur veren, dostluk ateşini yakan, âdeta muhabbete taze kan olan insanlar girer hayatınıza... 

Öyle yavaş yavaş değil, dümdüz, birden, aşkla ve şevkle...

Yeni tanıdığın bir insan için, ondan öğrenecek çok şeyim var dersin ama asıl öğretmen sensindir farkedemezsin... 

Sen zaten bu çabayla yaşıyorsun, keşke herkes sen gibi öğrenecek çok şeyim var diyebilse... Hesabını kolay verebilecek işlere zihin ve yürek yorabilse diyip, hayranlığını gizleyemiyorsun. 

Teksası andıran sokaklarda bir kubbe, karanlıkta bir fener gibidir bazı insanlar...
Hiçbirşey yapamasamda seninle ağlarım sözünün nahifliği gibi gelir cümleleri... Belki de tahta kaşığı uzatmanız gereken kişi odur. Su vermeniz gereken çiçek, mürekkep akıtmanız gereken bir değerdir...

Sohbet etmelere doyamazsın. Onlar bir cümle yazar, sen sayfalara hakim olamazsın. 

Bazen umut dolu cümlelerinin ardında, hüsrana uğratılmış bir kalbin yansımasını görürsünüz. Bazen gelgitlerin savurduğu bedenin, ruhuna yansıdığı ümitsizliğe şahit olursunuz. Savrulmadan olmazki takılacağız, düşeceğiz, kalkacağız... Elimize verilen uzunca tahta kaşığı kendimize çevirmek yerine karşıdakinin karnını doyurmayı hedeflemedikçe hep yenileceğiz... Ama bunu da zamanla öğreneceğiz diyip yanan ateşe su serpme, gecesine ışık, yüreğine umut, gönül bahçesine çiçek olmaya adayacaksınız kendinizi... O hayran hayran sana bakarken, sende ona olan hayranlığı ifade çabasına gireceksin. 

Gıpta ettiği özelliklerinizi ve aslında hayalle karışık gerçeği yaşama arzusunu anlatırken şu ifadeleri kullanır ; "Kaktüslü bir masa ve üzerinde kendince yanan ve hoş bir Rayiha yayan tütsü ve dem olmuş kahveyi, güzel olan onca şeye tercih edebileceğini bilmeli insan. Çoklar içinde yaşarken huzuru bulmakta zorlanıyoruz. Oysa bunca hengame de tek çıkar yolun insanın kendini dinleyebilmesi ne güzel "

En çok kullandığı kelimenin " hiç" lik olduğunu işitip," hiç" gibi yaşamanın ince çizgisinde onun ruhunu görürsünüz. Siz ise" hep" yaşamaya alışmış bir fert olarak, Utanırsınız ama hiç olduğunuz noktaları bulmaya çalışıp, bu çabayla avunursunuz. 
Halbuki hiçlik makamında ismi okunan olmak ne güzeldir. "O makama beni de yaz şair!  Hiç olmadan hep olunmaz elbet. Hep olmak can bedeni terkettiğinde var olacak. Yalandan avunma'nın doğrusu hakikate yolculuk ânında bulunacak" diyerek varlığını bir "hiç" olarak sürdürmenin onurlu bir duruş olduğunu farkediyoruz. 

Israrla yüreğinize hiçliği yazarken sizinde bir hep olduğunuz kanati hasıl olur onda ve bunu cümlelere dökerek iltifatı eksik etmez kelimelerinde. Şiir gibi bakar, şiir gibi konuşur. O hitap cümlesine dizelerin ruhunu işlerken, sen okudum gördüm sanarsın. Dans eden kelimelerin nahifliği ile sözlerin sahibi'nin yüreğini hissedersin. Kendini çok güzel ifade ederken, bunu yapamadığını söyler durur. Öyle bile olsa onun anlaşılma çabasına hayran olur, aslında nasılda mahirce cümle kurduğuna şaşıp kalırsınız. 

Söylediği sözler, kullandığı kelimeler öyle ahenkli olur ki tepkimeye giren sen, kifayetsiz kalıverirsin. 

Yüz kızarır, huzur tavan yapar ...
Vakit akşam, saatler geceye gebe iken, onun sözleri dolunay gibi karanlığı  aydınlatır. Güneş ise, sabaha ışık vermekten utanır. 

Ve bir şiir dökülür yüreğinizden kaleminize; 

Haydii bir mısra senden, tamamlamak benden olsun 
Düşler ülkesine uzan ve uzat ellerini
Dokunmadan hissedeyim kelimelerini
Aralansın gönül kapın
yıkılsın örülü yapın 
Gülüşünde gizlenen kelimeleri ver bana 
Bakışına mühürlenmiş resimler çiz bana 
Sen anlat ben yazayım
sen yaz ben okuyayım 
İki yürek bir kalemde buluşalım 
Derin, deryalar karışalım 
Kelamın tesiri kalmadı artık, kalem ile konuşalım. 

Bazen kelam, dile uğramadan yüreğinizden kaleme dökülür. İşte öyle bir âna birlikte şahitlik edersiniz. 

O " ben bir hiçim şair. Sizde bütün ışık"
demeye devam etse de, bu makamın sadece bir kelimeden ibaret olup olmadığını, anlayıp anlamadığını merak edersin. Bildiklerimizin ne kadar benliğimizde, benliğimiz ne kadar bildiklerimizi uygular diye kendini sorgulamana vesile edip, hiçliği rafa kaldırmaya çalışırsın. Aslında bütün mesele yaşama sanatını inanca endesklemekte.

Öğrenme aşkı, okuma sevdası ve dahasını, kuru kalabalıkların hadsiz gürültüsü eşliğinde tartar, buna kafa yorarsın. Yok olmanın an meselesi olduğu şu dünyada, tek çabanın yüreğimize azık edeceklerimizin neler olabileceğini  düşünen bir yüreğin çırpışına da şahitlik edersin. 

Öyle susmuştur ki içi, dışı konuşsa da kendini lâl hisseder. Özenle seçtiği kelimelerin perdelerini aralayıp şunları söyler ;  "Sizce ifade edebilir miyim bunu? Gördüklerimi zihnime aksettirirken bile suretlerini hepten yok ediyor. Gördüklerimi anlatamam o yüzden. Gücüm yetmez buna. Zihnimi al aşağı eden bir soğukluk var ve hiç kaybolmuyor. Uykularımdan uyanmama sebepler var oluyor ki bazen; merhamet dediğim ama merhametten bi haber onca şey üzüyor beni. Duyduğum onca melodinin garip nakaratlara sahip olduğunu size anlatabilirim fakat duymanızı nasıl sağlayabilirim? Işıksız ve izbe köşede var olmayı kendisine amaç edinmiş bir ruhun çırpınışıdır bendeki bunca çaba. Anlatabilmenin daha ötesinde bir şey olmalı  ve dahi hissetmenin de ötesinde.. Bu haykırışa cevaben ; "Bunun bile bir hikmeti var... Suretler kaybolur, kelimeler kifayetsiz kalır, cüz'i irade ancak bu kadarıyla başa çıkabilir. Duymayı sağlamak, bazen boşa çırpınış olur üslupsuz sûretli insan dolu dünya da. Köşelerin hiçde izbe değil şair ! Duyduğun garip melodilere kulak verebiliyor ve seninle duyabiliyor olmanın huzurunu yaşayan insanlar bir gün var olacaklar elbet. Ya seninle yürüyecekler ya da senden sonra yolundan yürüyecekler diyip susarsınız... 

Onlardan biri olmak isterdim demeye utanırsınız, şair de olsanız bunu yaşamayı bırakın, anlatmaya kızaran yüzünüz eleverir sizi... ümitvar oluşun bir yokuş tırmanır gibi yorucu olduğunu, engebeli yolların sonunun hep gülistana çıktığını, o gülistanın da tohumunun, ruhunun ve bahçıvanının kendisi olduğunu ifade etmeye çalışırsınız. 

Ve öyle bir haz oluşturur ki yüreğinizde, hayatınızda kelimelerinize, şiirlerinize hayata tutunma çabanıza iltifattan da öte bir bakışla karşı karşıya kalırsınız. Şimarmak yerine yaşam çabanıza bir yenisini ekleyip, azıklarınızı daha kaliteli yapmayı hedeflersiniz. Bir telefon kadar yakınken, ısısı, ışığı yüreğinizi kaplarken, dokunu verecek gibi hissettiğin güneş kadar yakıcı olduğunu bilip ürkersiniz. 

Yine kelâmı kaleme teslim edip şu satırları ona armağan edersiniz. 

Armak istiyorum seni, arayıp bulamamak, bulduğumda kaybetme kaygısı, kaybettiğimde kalbimin acısı, yokluğunda bana dair yazacağın kelimelerini yitirmenin sancısı ile yüreğimdenizden kopup gelen şu cümleler ile sesinizi değil  sözünüzü yükseltmek istersiniz. 

"Konuştuklarımız bir kitaba ne ön, ne son söz... Konuştuklarımız bir kitabın, yeni bir eserin ta kendisi.. Satırları ile kalemi  masaya bırakır ve uykuya dalarsınız.

Halden anlayan beri gelsin üstadım...

Esra Gül