Tren Garı
Bir tarihe dokunmak üzere yola çıktığım, Adana sokaklarına merhaba dediğim bir gece, tamda bu noktadan başlamıştı adımlarım. Bir çiçek buketi’nin ortasına kondurulmuş gül gibi, şehrimizin tam ortasında açmış bir tarihsin sende. Nazımda, nazarlarım da sana bu gece...
Şimdi kocaman bir merhaba diyerek başlıyorum bu serüvene...
Adana Tren Garındayım. Biletsiz sevdalara doğru yol almaya karar verdim. Bir yürek sancısı, bir ayrılık acısı, el sallanırken gidemeyen ayakları anlatacağım sizlere... Biletsiz sevdalara doğru yol alırken, kaçaklara göz yuman vagonlara bakakalacağım. Yüreklere akan, kar pınarlarını durduramayacağım.
Dertli dertli çalan müziğe kaptırıp kendimi, ardıma dönüp bakarak, bir de geride kalanlara el sallayarak ilerliyorum Kara Trene doğru.
"Karlı dağlar olmasaydı, lâleleri solmasaydı.
Ölüm Allahın emri de şu ayrılık olmasaydı" dilimdeki türkü şimdi... Böyle mi gidiliyor bir yerden bir yere? Böyle mi terk ediliyor bir şehir? Herkesi, her şeyi geride bırakarak... “Gözüm yolda gönlüm darda, ya kendin gel ya da haber yolla” diyen var mıdır menzilde? Yoksa Kara tren gecikir, belki hiç gelmez mi? Dağlarda salınıpta derdimi bilmemesi de cabası elbette ...
Gün içinde iğne atsan yere düşmez tabirinin caiz olduğu, soğuk yağışlı bir kış gecesinde bedeninizi üşüten hava’nın düşüncelerinizi ısıttığı bir mekan burası. Mekân diyorum, çünkü gardan öte bir havayı solutuyor tefekkürü yüreğinden bırakmak istemeyen mütefekkir kesime.
Bazen gülümsüyor, bazen duygulanıyorum. Öyle bir atmosfer ki, bir günde dört mevsimi yaşayan ve yaşatan Adana’mızda, içinde bulunduğum tren garının da bu performansı sergilemesi kaçınılmaz.
AZ, ÖZ SOHBET, HOŞ SOHBET
Onlarca vagon var şimdi önümde. Yolcusu yok ama hazırlıklılar bir sonraki güne. Doğudan batıya uzanan, yolculuk esnasında güney ve kuzeyi kucaklayan bir heybetle karşımda duruyor öylece...
Yolcu bileti olmayan sorgulanıyor bu garda. Eee haliyle yok bilet, yürekte ağıt, elde var bir kalem kâğıt, ne yapar bu saatte bu kadın der gibi bakan bir çift göz, bir üniformalı yüz yaklaşıyor yavaş yavaş. Yalnız tepkiler çok orjinâl ; "Hava limanı kapanıyor, sıra tren garında mı? Mühendis misiniz? Saatin farkında mısınız bilmem ama sefer bitti, gar kapanıyor. Burada bulunma amacınız nedir? Ardı kesilmeyen soruların aralarına cevap sıkıştırmak hiçte mümkün görünmüyor... Suskunluğum ürkütmüş olmalı ki, iyi misiniz hanım efendi? sorusu nihayet bana iyi geliyor. Şöyle bir konuşmaya tanıklık ediyor tarihi tren istasyonu;
Yazıyorum
Neyi?
Tren garını
Neden?
Tarihimi yazmak istedim diyince, taşları yavaş yavaş yerleştiriyor Makinist bey yerlerine ve başlıyor koyu bir muhabbet... Tanışma faslından sonra tarih mi konuşacağız derken, anlatıyor kendince ; “Az evvel bir anne oğlunu uğurladı bu gardan... Vedalaştılar, soramadım nereye gidiyor diye... Bir kadın sevdiğini yolladı son sefer ile başka bir şehre... Hep bir son ve yeniden başlangıç bir başka gökyüzünde değil mi? “Buyurun hocam devam edin, kusura bakmayın bölmek istemezdim” diyerek nahifçe uğurluyor kalemimi... Ve gözler duygu seli, dönüyoruz şimdi en başa...
Ayrılıkların, özlemlerin, vuslatların en belirgin durağıdır tren garları. Hey Adana’m şâhitliğin bir değil, on değil, binler, on binler belki de...
Yine çocukluğum diyeceğim! Şair ne yaşamışsın bee dediğinizi duyar gibiyim. Yaşadım tabi, hiç olmazsa Adana toprakları'nın tarihine çocukluğumda çokça yolculuk yaptım hamdolsun.
Sene 1995- 2000’li yıllar ve muhteşem yaz akşamları. O zamanlar Çukurova, Eyyam-ı Bahur yaşamaya utanır vaziyette. Ilık esen rüzgâr terletmiyor şimdiki gibi, dolunay daha berrak yıldızlar daha canlı, sokak lambaları sönük. Dört kişilik çekirdek ailemin 5.si de cennetten gelmek üzere. Hayal meyal, çocukça gerçekler... Bir yürüyüş başlar ara ara ikametgâhımızdan istasyon yönüne. O zamanlar çepeçevre kuşatılmamış garın çevresi. Yürüyerek trenlerin arasında ulaşmak mümkün istasyon meydanına.
Anlatmakla bitmeyecek anılara şahitlik etmiştir bu meydan, bu seferler, bu manzara, bu yük ve yolcu trenleri...
İstasyon meydanında devlet erkânı’nın resmi geçit yaptığı nice resmi bayramlar canlanıyor gözlerimde... Vagonların içlerinde oynayan çocuklar gördünüz mü hiç? El ele tutuşup yardımlaşarak vagonlardan atlayan, tehlikeyi göz ardı eden çılgın çocuklar. Şimdilerde mahkûm evlatlarımız eve, televizyonlara, tabletlere... Korkuyoruz çocuklarımızın elleri kanar, yanar diye. Çocukluğumuzda düşüp ellerimizi, dizlerimizi kanatan ne varsa kıymetlendi şimdilerde. Yerini yüreklerin kanaması, ciğerlerin dağlanması alıverince...
Başlamışken duygularımızda göç başka illere, hatıralara ara verip, bir pencere açalım o halde Tarihe...
Bu görkemli tren garı Adana'nın Seyhan ilçesi Kurtuluş Mahallesi'nde Atatürk Caddesi üzerinde yer alan TCDD'ye ait hemzemin ana tren istasyonudur.
Günümüzde TCDD 6. Bölge Müdürlüğü'ne ev sahipliği yapan ve Adana – Mersin demiryolu ve Adana – Halep demir yolu’nun başlangıç noktası olan gar, 27 Nisan 1912'de hizmete girmiştir. 1886 ile 1933 yılları arasında sık sık farklı şirketler tarafından işletilen istasyon, 27 Nisan 1933'te o sıralar adı Devlet Demiryolları Umum Müdürlüğü olan TCDD'nin denetimine girmiştir.
Bir kenar platform ve bir ada platformundan oluşan istasyon,
Toros Ekspresi, Erciyes Ekspresi ve Fırat Ekspresi Anahat Trenleri, Mersin – Adana, Mersin – İskenderun ve Mersin – İslahiye Bölgesel Trenleri'ne hizmet vermektedir.
Gar; ana binası, lojmanları ve bakım-tamir atölyeleri ile kentin orta kesiminde yaklaşık 450.000 m² büyüklükte bir alanı kaplamaktadır. Gar binasının önünde Uğur Mumcu Meydanı bulunmaktadır. Bu meydana üç büyük sivri kemerle açılan, geniş ve yüksek bir mekâna sahip olan garın, orta bölümünde bekleme salonu, gişeler, danışma ve eşya emanet bölümü gibi stantlar yolculara hizmet vermektedir. Soldaki bölümün üst katında hareket memurluğu, gar müdürlüğü ve VIP salonu vardır. Binanın sağında ve solunda ayrıca lojmanlar mevcuttur. İstasyonun, yolcu trenleri için üç peronu bulunmaktadır.
Kış aylarında başka illere benzemese de Adana, Toroslar’ın ayazını çektirir bizlere. Soğuk, kış dinlemeden bekliyoruz sabah’ın ışıklarını tanık olmak için bu ihtişamın her haline... Saatlerimiz ezan vaktini gösterirken yükseliyor şimdi şehrin dört bir yanından güzelim tekbir sesleri. Ay ve yıldızlar nöbet değişimine hazırlanırken, üşüyen ellerimiz güneşi sabırsızlıkla bekler halde... İlk seferler hazırlığa başladı bile...
Tarihim, çocukluğum, anılarım kalemi bıraktırmayacak kadar yazma arzusu taşıtsa da yüreğime, bugünlük mürekkebim isyanların eşiğinde...
Tarih kokan şehrimin güzide mekânlarından birine daha elveda demek zor geliyor kalemime... Biraz uzaklara açılmak ve siz okurlarımıza yepyeni tarihleri yazmak niyetiyle yeni yollar aşmaya karar verip ayrılıyorum geriye dönüp bakakalan duygu yüklü halimle...
Hoşça kal çocukluğum, hoşça kal anılarım, hoşça kal biletsiz sevdaların kahramanı kara tren. Hoşça kalın sevgili okurlarım…
Esra Gül
Teşekkür … Yazıma ilham olan objektif sahipleri, Harun Cente ve Seda Nur Sökmen’e müteşekkirim…