Bir İnci; "Yağ Cami"
"Mihrâba dönük yüzler, sabi şimdi
Kıyam, rükû, secde bâkî şimdi"
SELÇUKLU MİMARİ KARAKTERİNDE, BİR İNCİ; “YAĞ CAMİ”
Yürüdüğüm yolları, adımladığım sokakları yıllar sonra çocukluğumu anarak, anmak yetmez belki yeniden yaşayarak dolaşıyorum bu gece...
Tren garından başlayan yürüyüşüm, valilik binası önünden, Çetinkaya istikametine doğru devam ediyor. Bazen hızlanan, bazen yavaşlayan adımlarımı tartıyorum. Nelere takılıp kaldığımı, gözlerimin nerelere daldığını, ancak yola doğru sapan ayaklarıma çalan korna sesiyle düşünebiliyorum. Küçüksaat’te kalakalan bedenim dakikalarca sendeliyor. Zaman zaman gözlerim doluyor. Ağabeyimle el ele tutuşup, babam yanı başımızda, 5 Ocak Meydanı, Kemeraltı Camii, Bankalar Caddesi derken, birçok tarihî hissiyâtı nasıl güzel yaşamışsak yanaklarımdan süzülen yaşlar anlatıyor... Bir kaldırım taşı üzerine çöküveriyorum hemen. Yanımdan gelip geçenler sağolsun, " Var mı yardım edecek bir şey? " deselerde...
"Var kardeşim! Yüreğim hassas, yüreğim buruk, yüreğim hüzünlü tutun elimden kaldırın beni" diyemiyorum. " Eyvallah kardeşim sağolasınız" demekle yetiniyorum. Kendini, nasıl halsizce bıraktıysa bedenim o kaldırım taşına, yine o halsiz yüreğimle kalkıp devam ediyorum yürümeye...
Bağıra bağıra susuyorum aslında. Bağıra bağıra sustuklarımı da yazıyorum bir bir...
Vakıflar Sarayı’nı önüme alıp veda ediyorum geride kalan anılara, hatıralara. Sol yanımda kalan Kızılay Caddesine, sana da sıra gelecek der gibi el sallıyorum.
Ve görünüyor şimdi Yağ Cami ışıkları. Bir tebessüm beliriyor az önce hüzünle bakan gözlerimde. " Onca güzelliği geride bıraksan da, niyet ettiğin manzara karşında ya, gülersin tabi" diyorum kendi kendime, duyulmayan iç sesimle...
Şöyle bir bakıyorum da, eskiden de mi böyle güzeldin, özeldin ey tarihi yapıt! Az mı koşturdum çocukken avlunda, az mı kovaladık birbirimizi yaşıtlarımızla babamız teravih kılarken bir ramazan gecesinde...
Safa durduğumuzda masumca gülerken, teyzelerin uyarılarını hatırlıyorum, hala dün gibi gözümün önünde...
Ne güzeldi rekat aralarında salavatlara eşlik etmek cemaatle birlikte.Ne güzeldi, cemaat dağıldıktan sonra babamın ayak üstü imam efendi ile sohbetini beklerken, bir kapıdan girip öteki kapıdan dolanarak kovalamaç oynamak çocukca...
Tarihi daş duvarlara dokunarak dolaşmak cami içinde... Şaşkın şaşkın bakınmak sağa sola, bir minbere bir Mihraba doğru koşuşturmak.
Duygulanmamak elde değil şimdi...
Bir keresinde teravih namazını babamın arkasında kılmak nasip olmuştu bu tarihi camii'de. Çıkışta da çocuklara namaz kıldıranın babam olduğunu söylemek biraz şımarık, biraz da gururlu bir çocuk edasıyla...
Tarihe Yolculuk Başlasın!
Buyrun; Tarihi Yağ Camii'yi Tanıyalım O Halde...
Saint Jacque adına yaptırılmış, adı "Surp Hagop Ermeni Apostolik" olan bir Haçlı Kilisesi iken, 1501 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye çevrilmiştir.
Yapıda bizleri sade bir mimari karşılar, Taç kapısı anıt gibi durur adeta. Kapı üzerinde dikkatleri üzerine toplayan bir sıra sülüs hatlı kitabe vardır. Ramazanoğlu Halil Bey’in emri ile camiye çevrilmesinden bir süre sonra, mekânın ve yörenin, ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması üzerine yanı başına Halil Bey’in oğlu, Piri Mehmet Paşa tarafından yeni bir cami yaptırılmış ve iki yapı birleştirilmiştir.
1501 yılında camiye çevrildikten sonra minaresinin yapımı 1525’te tamamlanmıştır.
Avlu içinde 16 odacık bulunuyor. Bu odacıklar aslında Piri Mehmet Paşa’nın bitişiğine inşa ettiği bir külliyedir. İnşası 1558’de tamamlanmıştır.
Büyüklerimiz, adı eskiden "Eski Cami" olan, şimdi "Yağ Cami" adıyla bilinen bu Beytullah'ın adını, önüne kurulan yağ pazarından aldığını söylerler. Tarih de bunu doğrular...
Şimdi Tefekkür Zamanı...
Geçip şöyle bir karşısına izliyorum tefekkürü bir borç bilerek bütün benliğimle.
Tek şerefeli minare gülümsüyor sanki tüm içtenliğiyle...
Cami kapısına sürüyorum ellerimi....
Kapılar ardına kadar açılıyor sanki...
Karşımda mihrap, sağımda 8 adımda tırmandığım minber, kubbeleri tutan sekiz sütun ayak, altı tane oyma pencereden avluya bakıyorum hayranlık içinde...
Selçuklu Ulu Camileri karakterini ne güzel işlemiş bu yapıya da. Sonradan eklenen anıt kapıya doğru bakıyorum. Koşar adımlarla anneleri ile birlikte camiye doğru gelen üç sevimli çocuk bitiveriyor yanı başımda. Başını okşamak için yeltendiğim miniklerden birisi "Dur abla dokunma abdestliyim" diyor ısrarla.
"ALLAHIM! NE MUHTEŞEM BİR MANZARA... Şükürler olsun sana..."
Canlanır gözümde mazinin en nadide halleri yine... Doksanlı yılların hatıraları ile kalem elimde olsa da, avluda çocuk sesi, annelerin dur ihtarına karşı koyarcasına caminin içinde bir Mihraba bir minbere koşturan, müezzini taklit eden, eli kulağında, dilinde tekbir, yeni nesil, zamane dediğimiz çocuklar...
Binlerce kez Hamdolsun ki, varlar ve var olacaklar. İslam sancağı asla yere düşmeyecek...
Yine duygulanıyor bu garip ve şu sözler dökülüyor mürekkebinden...
"Mihraba dönük yüzler sabi şimdi
Kıyam, rükû, secde bâkî şimdi"
Ve bir sona daha yaklaşıyor Kalemim hüzünle.. Bitmesin istiyorum yazacaklarım, gözlerim bakmaya doymasın, tefekkürüm hiç bitmesin, yüreğim güzelliklere doysun, ömrümün bereketi bu duygularla yoğrulsun istiyorum...
Hoşça kal çocukluğum, hoşça kal güzel yapıt. Kalemim sana veda etse de ben sana dokunmaya, yazmaya devam ediyor olacağım. Her gün olmasa da bu kapıya mutlaka dokunup, bu yapıda rûku etmeye, secdeye gitmeye devam edeceğim.
Koskoca bir tarihi hissederek yazmayı geride bırakırken, siz okurlarımdan gelen istek üzerine haftaya "Yeni Cami" de buluşmak dileğiyle...
Hoşça kalın sevgili okurlarım.