Adana'nın Kalbi, "YENİ CAMİİ"
Adana'nın Kalbi, " YENİ CAMİİ"
Ne uzun zaman olmuş Adana sokaklarını şu bilindik baraj yolu balcalı diye geçen, bir zamanlar muavin çocukların her durakta bağıra bağıra dolaştığı, kimi beyaz, kimi yeşil, kimi mavi kırmızı, kimi Adana'nın Çukurova ilçesine, kimisi de Yüreğir, Sarıçam ilçelerine giden otobüslere binmeyeli... Boş boş camdan bakarak, kalabalığa inat ıssız ve sessizce, kulağımda tınısı hafif çalan bir müzikle dolaşmayalı. Hele de Adana'nın Eyyâm-ı Bâhûr sıcaklarına hoş geldin dediği bu günlerde...
Son duraktayız. Her ne kadar, gidilecek bir son durak daha olsa da, burası Adana KüçükSaat meydanı. Adana'nın en ücra köşesine ulaşımın kolay olduğu kilit noktadayız. İniyoruz otobüsten. Hareket ederken otobüs, bir diğeri geliyor ardından ve aralıktan görüyor tarihin mimariye Işık tuttuğu, özel camilerinden birisi daha.
Adana Yeni Camii, Hoş buldum, Ey Mü'min'in Huzurevi!
Hazır mısın kalemime sebep olmaya, günümü aydınlatıp, geceme kandil olmaya ?
Uzunca bir insan seli, arabaların korna sesleri, eve yetişmeye çalışan insan telâşesi, trafiğin karmakarışık halini yara yara geçiyorum şimdi cami tarafına.
Yine hatıraların depreştiği anlardan birisi... Babamın uğrak adresiydi bir zamanlar
Yeni Cami. Ne zaman ayak üstü bir sohbet etsek cami İmam Hatibi ile " Ahh Hocam" nidası ve başı yerde. "Az mı cübbeyi verdim, ardında namaz kıldım" der ve duygulanır her defasında...
İkindiye veda eden güneş batmaya hazır artık. Alaca karanlık çöküp ay ve yıldıza yerini hazırlayan gökyüzü, eli kulağında bekleyen bir Müezzin arayışında şimdi.
Akşamı önce yâd eden, sonra da eda edecek olan Ümmet-i Muhammede esenlik diler gibi geçip gidiyor bir akşam vakti daha...
Bahçesindeyim şimdi bu tarihi güzel yapının. Bitmiyor, bitmeyecek yazacaklarım. Şair diyorum kendi kendime; "Alacaklı mısın tarihten, yoksa tarih mi sana açıyor önce kollarını sonra yüreğini?" Oturup dalıyorum öylece seyre...
Anılar canlandı dün gibi gözlerimde... Hüzünlenen yüreğimin pınarları coştu birden. Minare merdivenine doğru adımlamaya başladım. Basamakları tırmanmaya yeltendim. Anıları tazelemek için, anılarda var olan bedenlerin silüetini görmek istedi yüreciğim. "Bekleme! Gelmez! Göremezsin! Mülkün sahibine, asli vatanına gitti" diye mırıldandı iç sesim. Şimdi, minaresine çıkmak vardı onunla, uzun uzadıya görünse de merdivenler "Dikkat et kızım" nidaları ve sonrasında bitiveren basamaklar... "Hani uzundu Baba" diyorum çocuk aklımla. "Merakın bitmesin, hevesin kaçmasın istedim" diye cevap alıyorum babamdan.
Dinlemek oracıkta Bilal-i Habeşi'nin ezan hikâyesini. Öyle güzel anlatıyor ki, mümkün değil o dönemi, o devri yaşamamak... Birde Hz. Bilal duysaydı Ezan-ı Muhammediye’yi senden. Bende; "Okuyan babam" diyip gururlansaydım şen çocuklar gibi...
Hayallere daldım yeniden... Akşama veda edip yatsıyı beklerken tefekkür dorukta yine... Kimi sadece su içmek için şadırvanda, kimisi yatsıya hazırlık abdesti için kolları sıvamakta... İşte göründü İmam efendi. Sağında ve solunda üç beş cemaatle vakti muhabbet şimdi... Genci, orta yaşlısı ve piri fanisi bile var cemaatin içinde. "Çarşı'nın tam göbeği, bu dedenin ne işi var Allah’ım evinden ırakça bu yerde?" derken,
II. Abdülhamid Han zamanında " İmam tekbir getirince kâbeyi görmeli" diyen Allah dostunun sözleri geliveriyor aklıma. Demek ki, Tadil-i Erkan arayan ve Tashih-i Huruf arayışında, takvalı insanlar da var hala diyerek mutlu oluyorum içten içe.
Ve... Vakt-i Ezan!
Bir anda maneviyat sarıyor hem bu kenti hem de huzur dolu Yeni camii bahçesini. Namazını eda eden cemaatin başlar şimdi evine gitme telâşesi, Kimi cemaat'in sonunu alarak sevap yazdırır hânesine, kimisi de yetişmek için evine, veda eder tesbihata zikire.
Onları seyre dalıp tarihten mahrum bırakmayalım okurlarımızı... Biraz da tarihinden bahsederek giderelim meraklarımızı...
İşte Adana Yeni Cami tarihî...
Kuruköprü'den Küçük Saat'a giden Özler Caddesi üzerinde, kendisi küçük avlusu büyük bir camidir. Üç satır halinde sülüs hatla yazılı kitabesinden anlaşılıyor ki, 1724 yılında Abdürrezzak Antaki adlı, Antakyalı bir zengin tarafından yaptırılmış.
Minaresi de diğer bir kitabesine göre, (1142) Hicri 1729 tarihinde Abdullah Bin Ali Beşe tarafından yaptırılmıştır. Ulu camiler minaresi şeklinde bir mimariye sahiptir.
Bütünüyle dikdörtgen planda olan yapının üzerini, iç mekanda iki paye ve iki sütun taşır. Tam tamına on kubbe örter bu güzelim yapının göğe bakan, yıldızlara ve aya nazar eden halini. Paye ve sütunlar, mekânı kıbleye paralel ikiye ayırmakta ve bu destek sistemi, sivri kemerlerle birbirine bağlanmaktadır. Gerek plan şeması ve gerekse mekan bütünlüğü itibariyle tipik Ulu Camilere dahil olan eserin genel yapısı, Adana Ulu Cami'inde de olduğu gibi, Kahire'deki bazı Memlük yapılarını hatırlatmaktadır bizlere.
Güney duvarı taş işçiliğinin başarılı bir örneğidir. Sadece güney duvarı değil, cami içinde de mimarî'nin en nadide duruşu karşılıyor bizi. Mihrabı, minberi, kürsüsü, müezzin bölümü, tarihî en güzel şekilde sunan son cemaat bölümünde bulunan, yıllar evvel löküs lambalarının kondurulduğu oyma pencerecikler âdeta tarih kokuyor.
Adana yeni cami 299 yıl önce yapılmıştır. Evet yanlış okumadınız. Yeni camimiz 299 yaşındadır. Yeni yıl ile birlikte tam 300 yılı devirecek olan tarihî ile, kentimizin gurur kaynağı olarak kendisini sergilemektedir. Halk arasında Abdürrezzak Antaki tarafından yapıldığı için "Antaki cami" olarakta bilinmektedir.
1998 Adana depreminden sonra ve belirli aralıklarla asli mimarisine zarar gelmeden yapılan restorasyon çalışmaları ile güzelleştirilmiş ve özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Yıllar öncesinde cami içinde bulunan ve yapılan çalışmalar sonucunda cami avlusuna alınan, Abdurrezzaki Antaki Efendi, Müftü Sadık Efendi, Kadiri Tarikati Şeyhlerinden, Şeyh Ali Efendi'nin kabirlerini de selamlamadan ve birer Fatiha okumadan geçmeyin derim.
Adana da, gezilip görülecek tarihî mekanlar arasında ulaşılması en kolay olan Yeni camiyi görmenizi, huzur kokan dokuda, bir vakti eda etmenizi tavsiye ederim kıymetli okurlarım.
Yine derince bir nefes alıyorum. Eda edilen Tahiyyetü’l-mescid'in ardından yöneliyorum Beytullahın kapısına...
Vakt-i Veda...
"Ey Allah'ım!
Ne özel bir duygu seni yazmak
Sana kanmak, sana yanmak
Kulluğa yakışır mıyım bilmem amma
Kalemimi mazur gör tek derdim seni anmak... "
Bu nidalarla satırlarıma son verirken, bir de tüm tarihî mekanlara ve Yeni Cami'ye şu dörtlük dökülüyor mürekkebimden;
" Dinmiyor bende ki tarihî sızın
Alnına yazılmış ne güzel yazın
Yıllardır silinmemiş bendeki izin
Yazayım tarihini bitmesin nazın"
Yüreğimin efkârı, kalemimin bitmeyen nidâsı, siz okurlarımın tarihe olan sevdası ile, bir başka Adana dokusunda buluşmak dileğiyle... Hoşçakalın sevgili okurlarım.