Ölmeye Gör!
YETER Kİ ÖLMEYE GÖR!Yaşarken fütursuzca söverler, öldüğünüzde ise utanmadan överler!
Ne güzel şiir yazdığınızı fark ederler ölünce. Ve de fikirleriniz ne denli kıymetli olduğunu!
Varlığınızda “zahmetli” olursunuz, yokluğunuzla ise “rahmetli!”
Sağlığınızda ruhunuza dokunmayanlar, ölü bedeninizi omuzlarda taşımak için yarışırlar!
Hayattayken iki kelime muhabbeti külfet görenler, cesediniz üzerine sayfalarca Yasin okumayı nimet zannederler!
Velhasıl severiz biz ölülerimizi… Hele hele bayılırız taziye çadırında ruhuna lahmacun tıkıştırmaya…
Ve doyum olmaz dinsel musiki eşliğinde dedikodu yapmanın zevkine…
Ve de “Ey cemaat nasıl bilirdiniz mevtayı?” sorusuna verilen kutsal yalanımız yankılanır göklerde: “İYİ BİLİRDİK!”
Düşündüm de; dünya diyorum ne kadar da tuhaf! Gelirken de ağlıyoruz giderken de!
Doğduğumuzda kulağımıza okunan ezanla “merhaba” dediğimiz hayata, musalla taşında kılınan namazla “elveda” demek!
Hiç bitmeyecek sandığımız ama ezanla namaz arası kadar kısacık bir zaman!
En acısı ise; nasıl yaşamamız gerektiğini ölüm vakti gelince anlamak!
Ve geriye dönüp baktığımızda, yıllarca nefes alıp verdiğimizi ama hiç yaşamamış olduğumuzu fark etmek!
Bu nedenledir ki mezar taşlarının üzerine dökülen en acı gözyaşlarının sebebi söylenmemiş sözler ya da tamamlanmamış işlerdir…
Muhtemelen Çile Şairi de benzer durumdan yakınmaktadır:
Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda,
Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda…