Gençlik Depresyondaymış!
Gençlik Depresyondaymış!
Zordur dağ başı izbe bir köyde yaşama tutunmak. Ama biz renkli televizyonlarda renkli hayatlar izleyerek büyümediğimizden, içinde bulunduğumuz hayatı doğal kaderimiz gibi algılamış olmalıyız ki hiç şikâyetimiz olmazdı. Dünyamız da küçüktü, hayallerimiz de...
Bize alınan küçücük bir hediye veya yiyecek bile sevinç naraları atabilmemiz için yeterliydi. Meselâ eskiyen ayakkabılarımın yerine babamın aldığı bir çift kara lastik ayakkabıyı kirlenir korkusuyla en az bir hafta yatarken dahi yanıma alıp uyuduğumu dün gibi hatırlıyorum!O yaşlarda bizim için en büyük başarı, otlatmak üzere dağarla götürdüğümüz davarları akşam olduğunda tastamam eve getirebilmekti. Mutluluğun en güzeli ise gün boyu annemin azık olarak hazırlayıp küçük bir sofra bezi içerisinde belimize sarmaladığı bir haşlanmış yumurtayla beyaz peyniri pınarların şırıl şırıl nağmeleri eşliğinde sokum yaparak yiyip ardından türküler mırıldanmaktı! Tabi ki hiç hazır oyuncağımız olmadı. Eğer hayvan gütmekten vakit kalırsa oyuncağımızı bile kendimiz yapardık. Ya çam ağacı kabuğundan araba, ya da armut ağacından topaç!
Televizyon, telefon, tablet, bilgisayar, laptop türü kavramlara hiç aşina değildik. Bunlara sahip olmak şöyle dursun, hayalini bile kuramayacağımız şeylerdi. Bırakın kat kat elbiseleri, yedek bir Adana şalvarımız bile olmadı yıllarca. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen ne depresyona girerdik, ne de psikolojimiz bozulurdu. Kısacası hiçbir şeyimiz yokken bile her şeye sahip olduğumuz, mutluluğun resmini dağlara taşlara kazıdığımız yıllardı!
Ne güzel günlerdi... Penceremiz ağaçtandı Duvarımız toprak ve taş Geç radyonun karşısına Önce ajansları dinle Sonra da Neşet Ertaş Bir uzun dalgamız vardı Bir de orta ve kısa Hüzünlü bir hatıra oldu Mazide kalan ne varsa…
NOT: Bu konular çerçevesinde kaleme aldığım ve Karahan Yayınları arasında çıkan “SİYAH-BEYAZ HAYATLAR” adlı kitabımı hatırlatmak isterim.