ATEİZMİN TARİHSEL ARKA PLANI

Adem DOĞANTEMUR

ATEİZMİN TARİHSEL ARKA PLANI Bilindiği üzere Hz. İsa’nın kendisi de bir Yahudi olup, Kudüs ve civarında o dönem itibariyle Roma’nın hâkimiyetinde yaşayan İsrailoğullarına gönderilen son Yahudi peygamberdir. 30 yaşında tebliğe başladığına inanılan Hz. İsa, takriben 3 yıla yakın bir sürenin ardından, onun elçiliğini kabule yanaşmayan Yahudi din adamlarının çeşitli iftiraları sonucu Roma valisi Pilatus tarafından çarmıha gerilerek öldürülür. Dolayısıyla o, ne Hıristiyanlık adında bir din bırakmış, ne de böyle bir dinden haberdar olmuştur. Ne var ki İsa adına, onun ölümünden sonra başlangıçta Yahudiliğin bir mezhebi olarak ortaya çıkıp Pavlus ve takipçilerinin yoğun faaliyetleriyle, kurgulanmış Rab İsa’nın şahsında kurumsallaşan Hıristiyanlık, Tanrı ve dinler adına çok kötü bir tecrübe ortaya koymuştur. Pavlus ve kendisinden sonra takipçilerinin uzun soluklu mücadeleleriyle İsa’dan sonra 4. yüzyılda Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olur ki bu aynı zamanda Ortaçağ’ın başladığı dönemlerdir. Neredeyse bin yıllık Ortaçağ boyunca toplumu sözde Tanrı’nın dini adına inim inim inleten, insanların vicdanlarından cüzdanlarına kadar her şeylerine hükmeden, bilim insanları ve her türden düşünceye karşı acımasız aforizmalar uygulayan kilise, insanları sadece dinden değil Tanrı’dan da soğutacaktı. Bunun sonucu olarak da din ve Tanrı sağanağından kaçan Batı insanı, “bilimi” paradigmasının temeline oturtturacaktır. Ama daha önemlisi reform ve Rönesans hareketleriyle birlikte aklını kullanabilmek adına haklı olarak kiliseye ve Tanrı’ya başkaldıran Batı toplumu, çareyi “Tanrı’yı öldürmekte” bulacaktı. Bu şekilde de hem bireysel özgürlüğünü, hem de aydınlanmasını sağlamış olacaktı. Şu da var ki; Avrupalıların başkaldırdığı Tanrı, Pavlus’un kurguladığı Rab İsa ve onun şahsında mutlak otorite haline gelen kilise ve din adamlarıydı! İşte bu süreçle birlikte Tanrısız bir evren inşa etme noktasında en ciddi çabalardan birisi de, hiç şüphesiz 19. Yüzyılda temelleri atılan ve yalnızca gözlemleyip deneyimleyebildiğimiz fiziksel ve maddi dünyanın gerçekliğine inanan pozitivizmdir. Bu ekolün kurucusu olan Fransız sosyolog, matematikçi ve filozof Auguste Comte (ö. 1857), din ve Tanrıya dair ne varsa hepsinin insanlar tarafından uydurulmuş hayal ürünü şeyler olduğunu söyler. Ve tarih boyunca insanların din ve Tanrıyla ilişkisini, bir çocuğun büyüme ve gelişme metaforu üzeriden üç maddede özetler ki buna “pozitivizmin üç hal yasası” denir. Buna göre: a) Teolojik Evre: İnsan zihninin ilkel aşamasını oluşturan bu evrede insanlık, çocukluk dönemindedir ve daha ziyade hayal gücü etkilidir. Zekâ düzeyleri ve bilgi birikimleri yeterli olmadığı için insanlar bu dönemde nesnel varlık ve olayları dini birtakım argümanlar, aşkın/yüce bir kaynak ve doğaüstü güçlerle açıklamaya çalışmıştır. Bu aşamadaki temel düşünce, doğadaki ve toplumdaki tüm olayların doğaüstü güçler tarafından idare edildiğine duyulan inançtır. Kısaca fenomenlerin tanrısal ya da manevi nedenlerle ve dinle açıklandığı bu dönem Ortaçağ’a kadar uzanır. b) Metafizik Evre: İnsanlığın gençlik çağıdır. Bu devrede, her şeyi açıklamak için başvurulan Tanrı fikrinin yerini soyut kuvvetler almış, insanlar evreni ruh, ölümsüzlük, gizli güçler ve benzeri soyut fikirler ışığında açıklamaya gayret etmişlerdir. Bu dönem 1789’a kadar sürmüştür. c) Pozitivist Evre: İnsanın yetişkinliğe geçiş aşamasıdır ki ona göre bu evre insan düşüncesinin ve gelişiminin en yüksek basamağıdır. Pozitivist bilgi anlayışının hâkim olduğu bu aşamada toplum ne dinsel, ne de metafizik ilkelere göre düzenlenecektir. Toplumsal hayatta kurallar, bilimsel ilkelere göre ve bilimin gereğine göre konulacaktır. Bilimlerin daha da ilerlemesiyle dünyada Tanrı’ya inanan bırakın bir toplumu, bir tek insanın bile kalmayacaktır. Bilimin tanrılaştırıldığı söz konusu pozitivist anlayışa göre, süreç ilerledikçe insanların Tanrı’ya olan ilgisinin azalması, hatta günümüz bilim ve teknoloji çağında Tanrı’dan hiç söz edilememesi gerekirdi. Ancak kehanet gerçekleşmedi ve durum hiç de beklendiği gibi olmadı. Zira gelişen bilim ve teknoloji sayesinde Tanrı çok daha görünür hale geldi. İnsanı, evreni ve varlığı daha yakından tanıma imkânı bulan bilim dünyası bir şey fark etti ki biz bu evrende yalnız ve sahipsiz değiliz! Âdem DOĞANTEMUR