Zihnî Dönüşüm
Zihni Dönüşüm
İnsanlığın tarihi akışında insana dair değişmeyen herhangi bir şey kalmamaktadır. İnsanın değişimi beraberinde siyasetin değişimini, sosyolojinin değişimini, psikolojinin değişimini ve zihniyetin değişimini de beraberinde taşır. Zihniyet değişimi ise diğer değişimlerin temelini oluşturur. Modern dönem ve Modern öncesi dönem diye bir ayrıma gidildiği zaman bu aynı zamanda bir zihniyetin değişimini de işaret eder. Tarihsel kırılmalar, bir zihni değişimin başlaması ile birlikte başlayan bir süreci imler…
Bir zihniyetin değişimi ile başlayan süreçte kullanılan kavramların içerikleri de değişime uğrar. Kavramın kendisi kalsa da içeriğinin değiştiğini herhangi bir kavramı ele alarak onun modern öncesi kullanımı ile modern kullanımı arasındaki derin farkı gözlemleyebiliriz. Örneğin, akıl kavramının modern öncesi anlamı, aşkınlığı içinde taşıyan, felsefi olarak da belirli bir arınma faaliyeti sonrası ulaşılan aydınlanmanın sonucu faal akıl/aşkın akıl tarafından sana açılan pencere üzerinden akıl ile kurulacak bağı da işaret eder. Modern akıl ise artık, aşkınlığın geride kaldığı, iki şeyi bir birine bağlama adına yürüttüğü faaliyet gibi matematik ve mantık üzerinden elde edilen bilgiyi yorumlama kabiliyetine dönüşmüştür. Bu sadece akıl kavramı için geçerli değil, tedavülde olan ve geçmişte de kullanılan her kavramın başına gelen şeydir. Örneğin; din kavramının kadim kültürde karşılığı ilahi boyutu taşıyan bir anlam iken, modern dönemde ise bir toplumsallığın kültürel dokusunu işaret eden sosyolojik bir kavrama dönüşmüştür.
Bir zihni yapının değişimini ise sahip olduğu yöntemi oluşturan öncüllerin değişimi ile belirleyebiliriz. Modernliğin post modernliğe evrildiği bir zeminde de kavramlar içerik olarak başkalaşmaktadır. Bu yüzden zihniyet dediğimiz şeyi belirleyen ve ona bir bakış kazandıran temel ilkelerdir. Örneğin, ahiret inancı ve bu inancın zihniyetin temel kabulü olarak inanılması ile salt dünya ile sınırlı bir zihniyetin aynı kavrama yüklediği anlam değişecektir. Bu en temel kavramlarda da böyledir. Örneğin; adalet kavramını ele alalım: ilahi din itibarı ile adalet, hem dünya ve ahiret bağlamını içinde taşıyan bir içerik ve tanımlamaya sahiptir. Dünyada mutlak bir adaletin varlığının mümkün olmayacağına inanıldığı için ahirette bu dünyada yapılan şeylerin karşılığının verileceğine olan inanç adalet kavramının içeriğini oluşturmaktadır. Burada imtihan olma, haksızlığa uğradıktan sonra hakkını alamama gibi durumlarda ahirette en büyük gücün Allah olduğu bilinci ile hesabın Allah tarafından görüleceğine olan inanç, kişinin psikolojik zeminin yatıştırır ve onu birçok psikolojik hastalıktan ve şüpheden korur.
Modern dönemde adalet ise nerede ise hukuk ile eşitlenmiş ve hak mefhumu içinde temellendirilmiştir. Her kesin eşit şekilde var olma hakkı, kazanma hakkı, öğrenim hakkı ve benzeri konular üzerinden indirgenmiş bir anlama taşınmıştır. Eşitlik üzerinden hukuka indirgenmiş bir adalet kavramını gözlemliyoruz. Şimdi aynı kavrama iki farklı zihniyetin yüklediği anlamın farkını ve derinliğini görebiliriz.
Öncülleri değişime uğramış zihin, bir süre bocalar. Bugün Müslümanların zihni bir bocalama yaşadıklarını gözlemlediğimiz gibi… Müslüman olmanın öncülleri ile modern olmanın öncülleri arasında ciddi farklar söz konusudur. Bu farkı bilmeden, öğrenmeden, idrak etmeden Müslüman kalmanın da mucizevi karaktere sahip olacağını söylemek yanlış olmasa gerek! En temel fark ise; ahiret inancıdır. Yaşamı bu dünya ile sınırlı gören bir bakış üzerinden ilkeye dönüştürüldüğü zaman oluşacak iki zıt kutbu düşünelim: İlki, anlamsızlığı işaret eder. Çünkü bura ile sınırlı kalan bir yaşamın herhangi bir anlam üretmesi imkânsızdır. Bu anlamsızlık, yaşama karşı duyarsızlığı taşır. Yaşama güdüsü ve konfor kurallara uymayı sağlar. Bu da ancak disiplin toplumunu işaret eder. Ama düzenin kurulmasını sağlama konusunda otoriter bir iktidarın varlığı ise meşruiyetini modernleşme tarihi ile eş değer bir tarihe sahip olarak sağlamaktadır. Pandemi ile birlikte de otoriter bir toplumun eşiğine gelindiği söylenmektedir. Aslında anlamsızlık kendi içinde şiddeti barındırmaktadır. Modern toplumun maruz kaldığı faşizm, etnik aidiyetin kutsallaştırılması şiddeti meşrulaştırmaktadır. Çünkü modernliğin ürettiği bir değer yoktur. Hukuk üretiminde verimli olan yapı, değere hiç pirim vermemektedir. Çünkü değerin bir karşılığı yoktur.
Benzer bir mesele mülkiyet meselesinde de açığa çıkar. Modern dönem öncesi zihin yapısında ‘Mülk Allah’ındır’ prensibi yatmaktadır. İnsan ise kendisine verilen nimetler için şükür eder ve kulluğunu bu şükür üzere gerçekleştirir. Ama modern dönemde mülk, kim kazanıyorsa onundur. Mülkü özelleştirerek, paylaşımı da unutarak yeni bir zihni yapı inşa edilmiştir. Kendisine ait olan bir şeyi başkasına vermenin yükümlülüğünü kişiye sorumluluk olarak vermenin bir karşılığı oluşturulamamaktadır. Ama Müslüman için, kadim dönemdeki herhangi bir inanca mensup kişi için, vermek, paylaşmak, kendisine ait olmayan ama kendisine bir lütuf olarak verilen şeyi, başkası ile paylaşmanın şükür ve kulluğunun bir sorumluluğu olduğu inancı ile vermeyi gönüllülüğe tevdi etmektedir. Aradaki farkı görebilmek için aklı iki olgu arasında yürütelim…
Saygı, sevgi, mahremiyet vesaire gibi insani temel kavramlarda da içerik değişimine gidildiği görülmektedir. Örneğin, şeffaflığın mahremiyeti ortadan kaldırdığını söyleyebiliriz. Sosyal medya ve iletişim aygıtları üzerinden evin hallerinin sokağın halleri olarak inşa edildiğini gözlemleyebiliyoruz. Sevginin nitelik değiştirdiğini ve saygınında artık sadece bir çıkara endeksli konuma ulaştığını izleyebiliyoruz.
Ey Müslüman önce zihnine bak! Zihninin değişiminin kodlarını doğru öğren ki zihni yapını yeniden kurmanın imkânlarını elde edesin ve Müslüman kalmanın yolunu inşa edebilesin. Yoksa zihni yapın modern ve sen Müslüman olduğun sürece Müslüman kalma ihtimalini ortadan kaldırıyorsun. Bunu bilerek meselelere yaklaşman senin kurtuluşun için gerek şarttır. Yeter şart ise, zihni kodlarını tekrar eski haline dönüştürme becerine bağlıdır.