Yolda olmanın bir değer olduğunu hatırlamalıyız…
Son dönemde Müslümanların ağzına pelesenk olan bir durum var: ben şunları yaptım, yalnız kaldım, kimse yardımcı olmadı, saflığımın bedelini ödüyorum, fedakârlığım gerekli ilgiyi görmedi, ben hep hazırdım, ama arkadaşlarım beni terk etti vesaire, vesaire, vesaire… Hep yakınmalar, yakınmalar, yakınmalar…
Hâlbuki bugün bu durumda olmanın keyfiyeti, dünü yaşayan her kesin üzerinde bir sorumluluk nedenidir. Ben iyiydim, herkes kötüydü, sadece kişinin kendisini kandırdığı bir algıdan başka bir şey olamaz! Bu bakış aynı zamanda yolda olmanın keyfiyetini ve değerini göz ardı ettiren bir bakışı canlandırmakta ve yeni durumu normalleştiren bir olguya dönüşmektedir.
Müslüman, kendi geçmişi ile yüzleşmeyi başarabilmelidir ki Müslümanlığını kemale doğru taşıyabilsin, yoksa gerileme dönemi başlar, hassasiyetini kaybeder ve olana teslim olur. Bu da kendi Müslümanlığının bir değersizleşmeyle karşı karşıya kaldığını ona gösterir.
Ayrıca İslam, Müslümanlara, bir olaydaki sorumluluğu öncelikle kendi şahsının üstlenmesini ön gördürür. Başkalarını suçlamak yerine kendisine yönelteceği eleştiri ile kendi hatasını bulma ve giderme yollarını aramalıdır. Bu kemale doğru yürüyüşün olmazsa olmazıdır.
Müslüman, dün sahip olduğu algının bilgi üzerine bina edilmediğini anlamalıdır. İstisnasız neredeyse bütün Müslüman kesimler, algılar düzeyinde elde ettiği intisabını bugün yeni algılar üzerinden sürdürme konusunda bir rahatsızlık duymuyor, rahatsız olsa bile vicdanını susturacak bir algıya sığınmaktan kaçmıyor. Algılar düzeyinde kurulan ilişkiler, yeni algılara açık bir pozisyonu taşıdığı için yeni algılara uygun yeni düşünce ve davranışlara adaptasyonu da kolay oluyor. Bu yüzden dünün tevhidi Müslümanları, bugün, dün karşı çıktığı birçok şeyi kabule açık hale gelmiştir. Dün keskin bir eleştiriye tabi kıldığı birçok konuyu bugün ise kabule meyyal olmuştur, en azından sessiz kalma hakkını kullanmaktadır.
Hâlbuki şuurlu Müslüman arkadaşlar, ilk Müslüman olmanın şevki ile ‘kimse olmasa bile ben tek başıma bu davayı sırtlarım ve gereğini yaparım’, demekten büyük övünç alıyordu. Şikâyet etmek, yeni bir hobi gibi iş görmektedir. Kendi hatasını tamir etmek yerine başkasını, hele ki suçu sabit ise onu suçlamak daha kolay olmaktadır. Böylece kendi vicdanını rahatlatmakta ve hayata kaldığı yerden devam etmektedir.
Bir dava sahibi olmanın keyfiyeti ve yüklediği sorumluluğu yeniden düşünmekte yarar var!
Bir insan bir dava sahibi ise o zaten kendisini diğer insanlardan farklı bir konuma tevdi etmiştir. Bu yeni konum onun diğer insanlarla ilişkisinin niteliğini de belirlemededir. Burada davanın kendisine yüklediği sorumluluğu hangi ahlaki zemin üzerinden yerine getirmesi gerektiği ise davanın bizatihi kendisinin işaret ettiği ahlaki zemin olmalıdır. Bu nokta gözden kaçırıldığı zaman, mesele dünyevi bir karaktere dönüşerek davayı zedelemektedir. İşte bugün yaşadığımız süreç Müslümanlar açısından davanın zedelendiği bir süreçtir. Bu zedelenmede herkes suçludur. Kimse suçu başkasına atmamalıdır. Ama asıl suçlu içinde var olduğumuz kültürel dokunun bizatihi kendisidir. Fakat bu kültürel doku öyle kendisini saklamayı beceriyor ki, onu bulamayanlar o kültürel dokunun işaret ettiği suçluya yönelmekte ve hedef saptırmaktadırlar.
Ey Müslüman! Dava sahibi olman, Allah katında değerli olman anlamına gelir.
Dava sahipleri, yolda olurlar. Bu yolculuk sürecinde karşılaştıkları her durum ile davalarının kendilerine kazandırdığı ahlak üzerinden cevap verirler ki başlarına gelen şey onlar için en güzel bir olgunlaşma sebebi kılınsın. Kemale doğu yürüyüşte yolda başlarına gelen her musibeti veya güzelliği kazandıkları ahlak ile karşılasınlar ki kemale doğru yürüyüşlerinde bir kesinti oluşmasın…
Müslümanların bugün sürekli bir şikâyet edebiyatı yapmaları, yeterli bir düşünceye ve bilgiye sahip olmadıkları anlamına gelmektedir. Ya da sahip oldukları bilgiyi eyleme dönüştürme konusunda bir beceriksizlikle karşı karşıyadırlar. Her iki halde de Müslüman, kendi durumunu gözden geçirir ve hangi hata üzerinde ise o hatayı giderme konusunda bir irade ve çaba üzere olmalıdır.
Müslüman, karşılaştığı zorluklara göğüs gererek ilahi inayeti elde eder. Bir Müslüman için en temel hedef, ilahi rızaya ulaşmaktır. İlahi rızaya ulaştıran ise onun davasının üzerinde yol yürümektir. Bu yolda karşılaştığı zorluklara sabır göstererek onları aşmaya çalışması, ilahi rızaya davetiyedir. Bu yüzden şikâyet yerine konumunu kabullenme ve bunun çok güzel ve değerli bir şey olduğunu görerek, bilerek ve şuurunu taşıyarak yaşamaya devam etmelidir.
Bugün Müslümanları ilgilendiren birden fazla olay gelişmektedir. Aslında içinde yaşadıkları kültürel dünyanın kendisi de Müslümanları ilgilendiren ve bir eleştiriye tabi kılınmasını zorunlu kılan bir olgudur. Ama bu olguya yönelik eleştiri yapmak bir tarafa, eleştiriye yeltenenleri de analarından doğduklarına pişman etmeye hazır bir ruh hali taşımaları en büyük sorundur. Yani Müslümanlar, bugün tepkilerini Müslüman olmanın haysiyetine yakışır bir şekilde verme konusunda cimrilik etmektedirler, bu cimrilik etmede birden fazla sebep bulmak mümkündür. Bu sebeplerin yaşam konforunu sağlamada etkin olmaları dikkat çekebilir. Ama bütün bunlar yine de Müslümanları kendi dinleri ile daha sahici ve sahih bir ilişkiye yönelmekten alı koymamalıdır.
Yolda olmak değerlidir. Yol boyunca yürümek, değeri artıran bir olgudur. Yürürken, geri düşmemek önemli olmakla birlikte bir şekilde tökezlemek, geri kalmak, sonrasında ise tekrar yola koyulmak ve devam etmek, ilahi inayetin devamına sebebiyet oluşturmak anlamına gelecektir. Yolda ihanete uğramakta mümkündür. Ama önemli olan senin hain olmamandır. İhanet eden zaten ilahi inayet yerine ilahi gazaba duçar kalacaktır. Hatta bu yüzden o Müslüman için üzülmen ve dua etmen gereklidir. Olgunlaşmanın derinlik kazanması için ihanet edeni affetmek, ona dua etmek ve onu tekrar o ihanetten kurtararak yola revan olmasına yardımcı olmak önemlidir. Çünkü Müslüman her hâlükârda Müslüman olmanın keyfiyetini yaşamalıdır. Ona uygun davranışlar geliştirmelidir. Ahlaki zemini yolculuğu ile birebir ilişkilendirerek varlığını kaim eylemelidir.
Bir davası olan insan, sorumluluğu üstlenen insandır. Sorumlu insan, keyfe keder hareket etmeyen insandır. Kafasına estiği gibi davranmaya da hakkı yoktur. Bilakis o, her hareketi davasının bekası için dikkate alarak düşünerek yapmalıdır. Yolunu tökezleyenlere bile merhamet kuşanarak davranmalıdır. Böylece sahip olduğu davasını kıymetlendirmeli ve kendisi de bu kıymetten pay almalıdır.
Yolda olan teyakkuz üzere olmalıdır…
Teyakkuz, sürekli diken üzere olma pozisyonunu süreklileştirmektir. Bu yüzden hataya kapı açmaz, en küçük bir unutkanlığa meyyal taşımaz, yanlışa doğru bir sürüklenişe izin vermez! Teyakkuz, daima ilahi huzurda olmanın keyfiyetine sahip olmaktır. İlahi huzurda olanın hata yapma ihtimali de kalmaz! Bu yüzden dava sahibi olmak, yola çıkmak ve yolda olmanın kararlılığına sahip olmak demek, ayrıca o davanın ve yolun ahlakına da tam olarak sahip olmayı içerir. İşte bu ahlaki zemine sahip olan kişi, yolda olmanın güzelliğini yaşar ve tadar.
Fakat bugün yaşadığımız gibi hep kendimizin dışında suçlamaya yer ararsak, o zaman davamızı kaybeder, yoldan çıkmış oluruz, kendimizi dava sahibi ve yolda olduğumuzu sanmaya devam ettiğimizi düşünürsek de…
Ama ilk yapılması gereken öncelikli şey; algıdan bilgiye hicret etmektir.
Algı ile bilgi arasındaki derin uçurumu kavramadığımız sürece hep bir zaaf taşıyacağız. İşte bu zaaf bizi yoldan çıkardığı gibi davanın gereğini yapmaktan da alıkor. Algılardan bilgiye hicret etmek aynı zamanda bir şuur zemini ve seviyesi kazanmaya da mekân oluşturur.
Şuur her işin başını ve sonunu belirler…
Şuurun eylemi dönüştürücü özelliği ise bilgiye yaslanmasıyla ilişkilidir. Şuur kazanılır. Şuurlu doğulmaz, ama şuuru kazanarak doğumundan ölümüne bir şuur üzere olmayı yaşayabilir insan… Bu da ancak teyakkuz halinin neye tekabül ettiğini anlamakla mümkündür. Şuur ve teyakkuz hali birbirini besleyen iki etmendir. Ama bu iki hali besleyen ise irade üzere davaya intisabı ve yolda olmayı tazammum eylemektir.
Tevhidi düşünen Müslümanların, öncelikle kendilerini tekrar yeniden ele alarak kendileri ile yüzleşmeye cesaret etmeleri elzemdir. Sahip oldukları düşünme biçimleri ile bir yüzleşme gerçekleştirmeleri asli bir sorumluluktur. Bu yüzdende yaşanan son elli yılın ciddi bir panoramasını ve oluşum şemasını çıkarmak bir yükümlülüktür. Hedeflenen yer ile bugün gelinen nokta arasındaki derin uçurumu görmek ve sebeplerini doğru bir zeminde anlamak ve anlamlandırmak bir sorumluluktur. İşte bu süreci geçtikten sonra yeni bir hamle yapabilmenin iradesine ve zeminine sahip olmak kendiliğinden kolaylaşacaktır.
Tövbe etmenin en büyük erdem olduğunu unutmamalıyız…
Kişi, tövbe ederek hatalarını hem bu dünyada giderir ve hemde öte dünyadaki azabından kurtulur. Bu çok değerli ve tekrar bizi yola çıkaracak olan eylemi yapmaya bir an önce başlamalıyız. Dünün kurumlaşmaları yerine bugünün gerçekliğine ve bilgisine dayalı, hatta yeni kazanılacak şuuru üzerinden ferdi sorumluluğu üstlenecek bir bakışla toplumsallaşmayı ve sosyal gerçekliği yeniden kurmayı öncelemeliyiz.
Allah kendi yolunda yürüyen kullarının yardımcısıdır. İlahi inayet olmadan nefes almanın imkânsızlığını kavradığımız andan itibaren tövbemiz kabul ve yolumuz açık olur… Vesselam…