Vicdanın Yitimi…
Makaleyi Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Vicdan, tarih boyunca insanın insan kalarak kendi otantik yapısını muhafaza eden ve böylece ahlaki olanı kendi otantik hali üzere yaşamaya devam etme hali olarak tanımlamak yanlış olmasa gerek! Otantik hali doğal hal olarak insan kalabilme ve herhangi bir sapmaya mahal bırakmayan bir tutumu içeren olarak düşünmek gerekir.
Vicdanı yitirme ise, otantik insan tipolojisinin giderek kaybolması ve ahlaki insanın varlığının sonuna gelindiğinin ilanı anlamını taşır. Bu vicdan ve ahlak arasındaki irtibatın gücü, insanın ahlaki zemini muhafaza etmesinin de teminatı gibi durmaktadır.
Din, felsefe ve psikoloji alanındaki literatürde vicdan, kişide iyiyi kötüden ayrıt etmeye yarayan içsel bir parametre, kişiden kişiye değişen ve geliştirilebilir soyut bir kavram olarak değerlendirilmektedir. Tanımın son bölümü kişiden kişiye değişmesi vicdan meselesini göreli olmaya iten en önemli etmenlerden biridir. Bu tanım başlangıcı açısından doğru, ama sonucu bakımından yanlışa kapı aralar bir durumu ihtiva ediyor. Vicdanı insanlığın ortak mirası ve ortak ahlaki tutumu olarak betimlemek daha doğru ve otantik ile bağıntısı açısından daha mantıklı duruyor.
İslami bir terim olarak vicdan ise, insanın içinde bulunan ahlaki otorite, ahlaki değerler ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğini ifade eder. Yine aynı kökten vacid (Zengin) hadislerde esmaül Hüsna arasında zikredilir. (Tirmizi, ‘Da’avat’, 82: İbn Mace, ‘Dua’, 10
Vicdan, vicdan ile kulluk arasındaki ilişki kadar, ilahi emirlerin ve nehiylerin inşa ettiği ahlaki yetinin varlığını da ifade eden temel bir kavramsallaştırma olduğu tartışılmaz bir olgudur. İşte vicdan, kulluğun terk edildiği her zeminde kulluğun, kültürel olarak devre dışı kaldığı her alanda yitime uğrayarak kayıplara karışır.
Vicdanın bir temel özelliği de, parça bütün ilişkisinde bütünlüğü görmeye ve ona göre hareket etmeyi önceleyen ve parça üzerinden istisnalar inşa ederek bütünlüğü zaafa uğratacak her şeyden sakınmayı da içermektedir.
Hayatını parçalar üzerine bina etmiş bir insanın vicdan gibi bir derdinin olması sadece kendi çıkarını öncelemesi bakımından önem arz eder. Yani kendi yararını önceleyen durumlarda kendi haklılığını ispat sadedinde vicdana gönderme yapar. Aslında onun derdi vicdan değil, kendi çıkarını öncelemektir. Bu aynı zamanda kurumsal yapılarda da öne çıkan bir tutumu içerir.
Kurulma amacını önceleyen ve bu amacı gerçekleştirme adına, güç, maddi imkânlar ve yeterli bir meşruiyet zemini sağlama bakımından elzem olanı öncelemek birçok noktada ise vicdanlı gibi görünse de rahatlıkla vicdanı geride bırakacak eylemler öne çıkarmaya yatkın bir hal taşımaktadır. Çünkü söz konusu kendi meşruiyeti olunca vicdan gündeme taşınır. Ama kendi meşruiyetini ortadan kaldıracak bir durum söz konusu olduğunda ise vicdan duygusal bir zemini işaret eden hal olarak tavsif edilir.
Örneğin, insan hakları derneği olarak iş görmektesiniz, o yüzden hep yaşayanların haklarını öncelersiniz, ölenin hakları ise genelde öldüğü için göz ardı edilmesi makul sayılır. Hâlbuki hayat ister dünya ve ister ölüm sonrası ahiret olsun devam etmektedir. O yüzden ölen birine ölü muamelesi yapılarak onun hakları yok sayılamaz! Ama haksız yere birini öldüren kişi, öldürdüğü kişiye haksızlık etmesine rağmen, kendisine yönelik bir haksızlık söz konusu olduğu zaman o savunulur. Peki, niye savunulur? Çünkü yaşayan bir insandır ve hakları korunmalıdır. Suçlu olması onu insan olmaktan çıkarmaz ve dolayısıyla adil bir yargılanmayı hak eder. Ölen niye öldürüldü peki? Haksız yere öldürüldüğü de bilinmektedir. Bu onu öldüreni de cezasız bırakmak ve onu insan görerek, yeni öldürülmelere kapı aralamak zorunlu mudur? Evet, suçu ispat edilmemiş ve hala iddia durumunda kalan suçlamalar bakımından adil bir yargılama ve tutum önemli. Ama suçu sabit olan birine yönelik tepkiselliği insan hakları bağlamında ele almanın vicdan ile ilişkisi nedir? Hümanizm kokan insan hakları savının vicdan ile orantılı bir ilişki kurulamamasını sağlaması dışında ne önemli katkısı olmuştur insanlığa… İnsanın yüceltildiği her zeminde vicdan yokluğa tevdi edilmektedir.
En somut durum İsrail terör devletinin Gazze ve Batı Şeria’da yaptıklarından sonra şimdi de Lübnan topraklarında aynı şekilde soykırıma devam etmesini ve buna yönelik uluslar arası kurumların herhangi sahici ve işe yarar bir tepki vermemesini de vicdanın yitimi olarak tanımlamak yanlış mı olacaktır? Küçükten büyüğe doğru, haksız zeminlerde insan hakları terimi ile eğer haksızlık göz ardı edilebiliyorsa orada vicdan rafa kaldırılmıştır. Sadece işlevsel olduğu zeminde öne çıkartılır, sonra tekrar rafına geri kaldırılır.
Suç makinesine dönüşmüş kişilerin insan hakları varda o zulme maruz kalmış mazlum insanların insan hakları yok muydu ki onlar katledildi. Kısasta hayat vardır diyen bir dinin müntesibi müslüman kişinin, haksızlığı göz ardı ettirecek bir yaklaşımı insan hakları söylemi altında gizlemesi beklenmemelidir. Suçu sabit olanın cezasının yakalandığı andan itibaren başlatılması vicdani bir tutumun dışa vurumudur. Akli ve duygusal zeminlerde parça bütün ilişkisi dikkate alınmadan tekil olayların istisnai durumlarını genel tutumlar itibarı ile yok saymaya çalışmakta aynı zamanda vicdanı ortadan kaldıran bir yaklaşımı içermekte olduğu bilinmelidir.
Kişilerin, kurumların, yapıların kendi konumlarını öncelemesi bir yere kadar kabul edilebilir bir durumdur. Ama bir yerden sonra o konumların vicdanla sorunlu hale gelebileceklerini de dikkate almakta yarar var. Ayrıca istisnai olanın hayat açısından olmazsa olmaz bir öneme haiz olduğu konusunda biraz tefekkür etmeye ihtiyaç olduğu da yaşananlardan görülebilinmektedir.
Vicdan, bütün kurumsal yapılardan bağımsız ve ahlaki olanın önceliğini hatırlatan insani temel bir haslettir. Bu kaybolduğu zaman insanlık kaybolur ve adalet yerini zulme bırakır. Zulmün hiçbir şart ve kayıt ile makulleştirilmemesi ve normalleştirilmemesi vicdanın kendi otantik yapısını korumasına bağlıdır.
Vicdanını yitiren insan, kurumsal yapılar, iktidarlar ve kültürel kurumlar, yapılar, edebiyat ve sanat sadece insanın yitimini kolaylaştırır. İnsanın yitimi ise kıyametin hazırlayıcılığından öte bir işlevselliğe sahip değildir, olamaz da…
O yüzden modern bakışın ürettiği hümanizm hastalığını yenilgiye uğratarak kendi otantik insani hasletlere yeniden dönüş ve İlahi Din olan İslam’a yeniden yöneliş şarttır. Vicdan, ilahi bir armağandır. Din, ilahi bir armağan ve yol gösterici bir hükümler skalasını işaret eder. Vicdan, insana kendi yolunu inşa ederken sığınacağı melceyi hatırlatır sürekli…