Parçacı Yaklaşımın Ürettiği Sorunlar…
PARÇACI YAKLAŞIMIN ÜRETTİĞİ SORUNLAR…
Son iki yüz yıla damgasını vuran parçacı yaklaşımın kendine has artıları olmakla birlikte bugün açıkça görüldüğü üzere yetersizliği açıkça kendisini göstermektedir. Her parçacı yaklaşımın kendi içinde bir eksiği, bir zaafı ve bütünden kopuşu işaret ettiği için yeterliliği sağlayamadığı gibi sorunlu bir yapı olduğu da kabul edilmektedir.
İçinde yaşadığımız çağın bütünlüğü kaybettiği bir çağ olarak öne çıkarılması, yaşanan dramların, kötülüklerin ve acıların büyük bir çoğunluğunun bu parçacı yaklaşım yüzünden gerçekleştiği saklanamaz bir boyuta taşınmıştır. Herhangi bir hastaneye gittiğinizde bile sadece bir konuda uzman kişinin kendi alanı üzerinden yaptığı tahlil ve araştırmalar diğer alanları dışarıda tuttuğu için hep bir eksikliği içinde taşımaktadır. Ayrıca tedavi yöntemi olarak parçacı yaklaşım, çoğu zaman mevcut hastalığı iyileştirmeye matuf bir özellik taşırken başka alanlarda ise yıkıcı bir özellik taşıması mümkün olabilmektedir.
Toplumsal hastalıklarda da benzer bir durum kendini göstermektedir. Örneğin, siyasal bir sorun, ekonomik bir soruna kaynaklık ederken aynı zamanda kişide psikolojik bir soruna da neden olabilir. Psikolojik bir sorun ise toplumsal bir soruna dönüşebilir. Amerika ve Avrupa ülkelerindeki okul saldırıları, toplu katliam girişimlerini buna örnek verebiliriz. Benzer bir durum diğer ülkelerde de geçerliliğini korumaktadır. Çok fazla yoksulun oluştuğu ülkelerde aynı zamanda ahlaki zemininde kaybolduğu ve bir sürü daha büyük soruna kaynaklık ettiği söylenebilir. Örnekler üzerinden bu aktarılabilir. Hatta kibir gibi bir hastalığın, çocuk kaçırmaları, organ mafyası üzerinden küçük çocukların, korumasız insanların şiddet unsuru üzerinden derdest edilmeleri, organlarının satılmaları vesaire ile zarara uğratılmaları, adaletin ve hukukun ayaklar altına alınmaları normalleştirilmektedir.
Kişisel ihtirasların, toplumsal ihtiraslara dönüştüğünde İsrail Filistin meselesinde açıkça görüldüğü gibi bir yıkıma nenden olmaktadır. İktidar hırsı, mal, mülk ve makam hırsı, birçok yıkımı beraberinde taşımaktadır. Ve bu hastalıkların ise tedavisi neredeyse imkânsız hale gelmektedir.
Bu sadece siyasi, sosyal, toplumsal, psikolojik, sosyolojik sorunlar için değil; bilim, felsefe ve dini düşünceler açısından da böyledir. Bilimde uzmanlık, bir derinleşmeyi işaret etse de diğer bilim dallarındaki cehalet tek bir alandaki yeterliliği yetersiz hale getirmektedir. Çünkü bilinen temel bir gerçeklik olarak, hiçbir şey tek başına kendi başına yeterlilik ölçütüne sahip değildir. Yaşam dediğimiz şey, kendi iç bünyesindeki farklılaşmanın bütün dezavantajlarını bütünlüğü göstererek gidermektedir. Hayat çok katmanlı olduğu için tek başına var olmak sadece bir yanılgıyı işaret etmektedir. Modern düşüncenin geldiği nokta olarak ‘sen tek başına ayakta kalabilirsin’ mottosu aslında o kişiyi dişliler arasına alarak istenildiği gibi bir sosyal mühendislik faaliyeti için yararlı bir olaya dönüştürmektedir…
Bilim çalışmalarında disiplinler arası ilişkiler diye yeni bir arayışa yönelmeleri de parçacı yaklaşım ve tek boyutlu uzmanlığın sınırlı ve zaaf taşıyan boyutunu gösterir. Çünkü ‘parçala, böl ve yut’ hikâyesinin her alanda geçerli olduğunu bugün rahatlıkla söyleme imkânımız doğmuştur. Felsefi arayışlarda da bu parçacı yaklaşımın ürettiği sorunlar, birden fazla felsefi sistemi ve bakışı zorunlu kılarak, düşüncede bir kırılmaya neden olmaktadır. Ayrıca bütünlüğün kaybolduğu bir zeminde güçlü bir değerin varlığı yokluğa tevdi edildiği için etik ve ahlaki zemin giderek kaybolmakta ve düşünce sadece kazandırdığı makam, mevki, iktidar, güç, para kadar önem kazanmaktadır.
Elit bir iktidarın, iktidar ve iktisadi gücünden hareketle inşa ettiği kendi iktidar alanını korumak için gerekli şartların inşa edilebilmesinin yolunun parçalamaktan geçtiği kanaati güçlü bir şekilde ortaya konulmuştur. Siyasal alanda bile parçalanmanın öne çıkarıldığı, dünya sisteminde küçük devletçiklerin öne çıkarılması gerektiği savı gibi yaklaşımlar meselenin nereye kadar uzandığını görmek açısından kıymetli olgulardır.
Benzer bir yaklaşım ise dini düşüncede açığa çıkmaktadır. Dini düşünce açısından parçacı yaklaşım ve bu yaklaşımın kesinlik düzeyinde algılanması, düşünceyi dinin yerine ikame ederek aslında bütünlüğü parçalayan bir özellik kazandırmaktadır. Hâlbuki ne kadar kolay olacaktı; direk asrısaadete gidecek, kuran ve peygamber ile muhatap olunacaktı ve en saf haliyle din ile bağ kurularak yeni bir başlangıç için yeterli bir ruh elde edilecekti. Ama uygulamada durum bu haliyle ortaya çıkmadı.
Mesele bu açıklıkta ortada dururken artık parçacı yaklaşımlara yönelerek bir çözüm arayışı içinde olmanın kendini aldatmaktan öte bir işe yaramadığı kesinlik kazanmıştır. Bu bize parça bütün ilişkisini yeniden düşünmek ve doğru bir orantı ile bağıntılı kullanmaktan başka seçenek bırakmamaktadır.
Bütünlüğü kavramak o şeyin ruhunu kavramakla eş değer bir kıymete haiz olduğu gerçeğini idrak etmek zorunluluk arz etmektedir. Parçanın kıymetini kaybetmeden bütünlüğün değerini idrak ederek birlikte varlıklarını doğru anlamak şarttır. Bütünlüğü kavramak ise mevcut bilişsel süreçlerin inşa ettiği bilgi yerine kişiliğin derununda var olan sezgisel boyuta yönelmek ve her biliş sürecinin ürettiği bilgiyi sezgisel düzeyde bütünlüğün içinde yeniden tanımlayarak bütünlüğe dair bakışı netleştirmek ve idraki bu netlik üzerine kurmak elzem olmuştur. Yoksa insanlığın yöneldiği yeni durumun insanlığın yok oluşu ile neticeleneceği açıklık kazanmıştır. Bu konuda yazılan ve çizilen şeyleri dikkate aldığınızda insanlığın insanı kaybettiği bir yöne doğru kaymakta olduğu görülecektir.
Her şeyi yeniden ele almak ve yeniden değerlendirmeye tabi kılarak, mevcudu aşan bir bakışa ulaşmak insanlığın geleceği açısından önemli bir yerde durmaktadır. Aşmak, aşkınlık ve insanlık arasındaki derin bağı görerek insana olan güveni yenide tazelemekte yarar var. Bu güveni oluşturacak İslam gibi temel bir ilahi dinin varlığı ise en büyük güvence…