Oyun üstüne Oyun Kurmak ve Ümmetin Yeniden Dirilişi…
Batılı devletler, oyun üstüne oyun kurmakta pek mahirdirler… Onlardan ders alan yeni aktörlerde benzer bir konuyu gündemleştirerek kendilerini haklı çıkarmanın yollarını döşemekte kararlılar. Kirli propaganda yöntemlerinin kullanılması ise zaten pek bilinen bir şeydir.
Kaotik bir zemine doğru sürüklendiğimizin bilinci ile hareket etmenin ne kadar önemli olduğunu ancak karşı karşıya kaldığımız çatışma, bölünme ve ölümlerle anladığımızda geç kalmış olacağız. Bu kaotik zemin her zaman yeni bir düzenin ipuçlarını sunmaktadır. Kriz giderek derinleştirilmektedir. Uluslar arası siyasal sistemin krize girmesi, batılı değerlerin ve kavramların içinin boş olduğunun ayan beyan açığa çıkması ve yeni aktörlerin öne çıkışı ile birlikte yeniden bir hamle ile istediklerini almaya çalıştıklarını görebiliyoruz, kendilerini sistemin sahibi sanan erkler…
Batı, Avrupalı değerler üzerinden kendi dışındaki dünyayı kendilerine köle kılma adına onları parçalayacak işler yapmaya devam ediyorlar: Mezhep çatışması, din çatışması, etnik çatışmalar… Uzun zamandır, ele geçirmek istedikleri topraklarda etnik ayrımlar, erkek kadın ayrımı, mezhepsel çatışmalar, inanç çatışmaları vesaire ile kendilerine adam devşirmeler ve böylece orada iktidar üzerinden bir hegemonya kurarak oranın yer altı ve yer üstü zenginliğini ele geçirmek istemektedirler. Modern tarih boyunca bunları uygulayarak elde etmek istediklerini elde ettiler. İlk kez Gazze meselesinde bataklığa battılar. Bütün dünya, iktidar erkleri tarafından sessiz kalmasına rağmen vicdanlı insanların ayağa kalkması ve özellikle Gazze halkının kahramanca direnişi ile istediklerini elde edemediler. Soykırımın her türlüsünü uyguladılar. Ambulanslara saldırdılar, yaralıları tedavi olmaktan alıkoydular, okulları kapattılar, kadın ve çocukları taammüden öldürdüler, gazetecileri öldürdüler, aç, susuz bıraktılar. Ama bu kahraman halk direndi. Ve batılıların ne kadar gereksiz insanlar olduklarını bütün dünyanın suratına çarptılar.
Önce ulusalcılık diye bir şey çıkardılar. İmparatorlukları parçaladılar. Sonra ulus kavramını ırk/etnisite olarak betimlediler ve böylece ulus devletleri kendi kontrolleri altına almak için demokratik siyaset, özgürlük vesaire ile halkları böldüler ve parçaladılar. İktidarları kendilerine boyun eğer hale getirdiler. Bölgesel dayanışmayı engellemek için mezhepler çatışmasını körüklediler. İran ve Türkiye gibi ülkelerin birlikte hareket etmelerine mani olmanın siyasal yollarını döşediler. Buna rağmen, bölgesel zeminde kendilerinin kontrolünde olan iktidarları korumaya aldılar. Eğer, kendi iktidar erkleri devrildilerse veya seçim kaybettilerse, yeni bir darbe ile iktidarı kendi yandaşlarına vermeye çalışıyorlar. Bunun bir sürü örneği hala hafızalarda ve bugünün gerçekliği olarak önümüzde durmaktadır.
Suriye özelinde meydana gelen değişim, kabul edilmiş gibi davranarak çok kısa bir süre sonra yeniden başladılar, mezhep, ırk temelli bir çatışmayı körüklemeye… Mesele ise kendi iktidar alanlarının kaybedilmesine olan hazımsızlıktır. Ama her zaman kendilerine kullanacakları aparatlar bulmakta zorlanmadıkları için yeni erkler ile yollarına devam etmektedirler. Mesele Suriye’de kimin iktidar olması meselesi değil, mesele, Suriye üzerinden küresel sistemin yeniden dizayn edilmesi kadar, Doğu Akdeniz Gazı ile ilgili sorunun çözümünü de içermektedir. Türkiye’nin bölgesel güç olmaktan küresel bir güce dönüşmesi ve Suriye özelinde ise Doğu Akdeniz Gazı üzerinde kuracağı iktidar olma arayışını peşinen baltalamaktır. Bunu engelleme adına ise, Suriye iç çatışmasının haritasını yeniden gündemleştirdiler. Şiilik, Kürtçülük, Dürzîlik vesaire ile yakında da laiklik ve demokrasi havarileri de sokağa çıkarsa şaşmamak lazım… Çünkü bu oyun son iki yüzyıldır sürekli tekrarlanarak oynanmaktadır. Ama halklar bir türlü bu temel gerçeği kavramamakta inat etmektedirler. Hâlbuki bölgesel devletler, birlikte hareket ederek kendi yer altı ve yer üstü kaynaklarını kendi halkları ile birlikte paylaşsalar, kendi aralarında adalet ve ahlak temelli bir ilişki kurarak birlikte yaşamayı başarsalar da bu batılı sömürücü zalim devletleri kendilerinden uzak tutarak kendilerine ve halklarına bir iyilikte bulunsalar. Ama yok, illa onlarda kendi bölgesel güçlerini korumak ve kendilerine müttefikler bularak kendi iktidar alanını genişletme arayışını sürdürmektedirler. Bu durumun yarın kendi başlarına da bela olacağını hesaba katmadan yapmaları ise tam bir hamakat örneğidir…
Çözüm ise; hem kolay ve hem zordur. Kolay olması, bütün bu çatışmaların; ırk, renk, cins, inanç ve mezhep ayrımlarının batılı iktidar alanını koruma adına yapılmış ve alevlendirilmiş olgular olduğunu kabul etmektir. Zorluğu ise, bu çatışma alanları üzerinden kendi erk ve güç arzusunu sağlayan ihanet eden bir kesimin varlığı, ihaneti içerde aramak ve dışarıdaki ihaneti ise karşılamanın daha kolay olduğu gerçeğini de bilerek bu olguyu düşünmektir.
Müslüman devletler açısından ele aldığımızda mesele zaten kendi açıklığı ile ortada durmaktadır. Kısa ve istisnai dönemler hariç bu sorunlar hiçbir zaman Müslümanların gündemini meşgul etmemiştir. Siyasi çatışmalar hiçbir zaman tam olarak bir mezhep ayrımına ve ırk ayrımına tekabül etmemiştir. Farklı dinlerin müntesiplerinin müslüman ülkelerde yaşadıklarını ve hiçbir zaman toplu bir sürgüne katliama maruz kalmadıklarını biliyoruz. Son iki yüzyılda neredeyse onlarca müslüman katliamı ve sürgün yaşayan müslüman halklar biliyoruz, doğudan batısına her yerde…
Şimdi yeniden düşünme zamanı… Müslümanlar, mezhep, ırk ve benzeri ayrımların modern bir çatışma aracı olduğunu bilerek kendi aralarında barışı ikame etmeyi başarmalılar. Yoksa hepsi yok olup gidecektir. İhanet edenlerde sırası geldiğinde yok edileceklerini bilmeleri şarttır.
Birlik ve bütünlük için gereken temel şey; Türk, Kürt, Arap ve Acem kadar farklı mezhepleri ve hatta farklı dinlere sahip yapıların da katılacağı büyük bir barışın ikamesidir. Aradaki fitne fücur hareketleri devre dışı bırakarak haklar kendileri bir araya gelerek birlikte kardeşçe dün paylaştıkları şeyi bugünde paylaşmayı irade ederek yeni bir dünyanın kuruluşunu ilan etmelidirler. O yüzden Kürt kardeşlerim, öncelikli olarak müslüman olduklarının farkındalığına sahip olmalıdırlar. Türk kardeşlerim de Kürt kardeşlerinin binlerce yıldır birlikte yaşadıklarını ve birlikte kâfirlere karşı cihat ettiklerini hatırlamalılar. Birlikte var oldukları zaman onları yenecek bir kâfir güç bulunamayacaktır. Müslüman olmalarını hatırlamayı Arap kardeşlerimiz de öncelemelidirler. Müslüman olduğunu hatırlayan Araplar, Türkler ile Kürtler ile birlikte bu topraklarda kardeşçe yaşadıklarını anımsayacaklar. Birlikte paylaştıklarını, birlikte at sırtında koştuklarını, aynı topraklar için birlikte öldüklerini de hatırlayacaklar. Ve bu yeni durumun şeytanın bir oyunu olduğunu idrak ederek kurtulmanın imana yaslanmak olduğunu bilmelidirler.
Şiiler, yıllarca iktidar savaşı verdiler. Bu yüzden hep bir çatışmayı öncelediler. Hâlbuki Şii olmak veya Sünni olmak, müslüman olmanın ötesini işaret etmez! Farklılıkları ise müslüman olmanın zenginliği olarak değerlendirilmelidir. Hep kardeşçe yaşanmışsa bugünde kardeşçe yaşanabilir. Yeter ki sadece batılı nifakın farkındalığına sahip olunsun ve ondan beri olmayı toplumsallığın bütün kesimlerinde bir karşılık oluşturulsun…
Ya düşmanın çizmesi altında ezileceksin ey Müslüman veya kardeşinle barışık yaşayarak düşmanı rezil rüsvay ederek kendi iktidar alanını selam üzere kuracaksın. Karar senin ve irade senin tekelinde, sorumluluk da sana aittir. Her müslüman üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Ve her müslüman kendi iktidar erkini de selam iklimine taşımaya ahdetmelidir.
Temel ilke, bütünün çıkarları elit bir kesimin eline bırakmadan her kesin kesimin faydasına olmasını sağlamaktır. Kendi çıkarını ise bütünün çıkarına feda ederek bütünlüğü koruma altına almaya ahdetmiş bir hareketi oluşturacak ve ümmeti yeniden diriltecek bir ruhun uyanışını temin etmek olmalıdır.