Ötekini Tüketmek...

Abdulaziz TANTİK

ÖTEKİNİ TÜKETMEKModern Dünya, öteki üzerine kendini kurgulamıştı. Öteki üzerinden kendi kimliğini inşa eden modern düşünce, tarihsel seyir içinde ötekini kendine benzetme arayışlarına başladı. Süreç içinde batı ötekini kendine dönüştürerek yokluğa tevdi eyledi. Modern düşünce, kendi dışındaki bütün farklı düşünce biçimlerine bir şekilde sirayet ederek onu kendine dönüştürdü. Artık her düşünce, form farklı olsa da nitelik bağlamında batılı ruhu kapmıştır. Çoğu düşünce zaten form ve içerik olarak da modern düşüncenin kalıbını almakta gecikmemiştir. Bu aynı zamanda öteki olarak tasarımlanan ve negatif bir karakter taşıyan ‘öteki’nin aynılaşarak yokluğu yaşadığını da gösterir.

Aynılaşma, kendi içinde iki tür bir bakışı ve farkında veya değil bir mürailiği de beraberinde taşımaktadır. Aynılaşmanın pozitifliğini yaşamanın getirdiği içsel bunalım, neredeyse bütün bir batı dünyasını ve batıya benzeme hülyasına sahip batılılaşma sürecine dâhil olmuş toplumlarda gözle görülür hale gelmiştir.

İlk adım, öykünerek batılılaşma çabasının kendi iç mantığı açısından başkasına benzeme girişiminin taşıdığı sorunlar yumağı ve sahip olunan kültürün varlığının sağladığı konforu bırakamama üzerinden oluşan sancılı ruh hali… Bu ruh halinin batılılaşmanın sağlayacağı konforu yaşama kaygısı üzerinden bir ‘sahteliğin’ varlığını izhar etmektedir.

İkinci adım, batılılaşma sürecinde meydana gelen değişimin oluşturduğu sancılı durumun oluşturduğu sorunun yumağa dönüşerek kişide meydana getirdiği gerilim ve gerginliğin hem ruhsal yapıya olumsuz etkisi ve hem de sosyal yaşama yönelik oluşturduğu tepkiselliğin ürettiği gerginlik ve gerilimin ürettiği sorunlar yumağıdır.

Batılıların batı dışı toplumların sömürülmesi üzerinden elde ettikleri konforun devamını sağlama konusunda, şiddet kullanılarak sömürülen batı dışı toplumların bu yeni süreçte gönüllü bir sömürülmeye yatkınlık hali almalarını sağlamak ve buna göre politik ve kültürel bir hegemonya üretmeye çalıştıklarını görmek önemlidir.

Bugün dünyanın herhangi bir yerinde eğer bir Kent’e gidiyorsanız, her kentin aynı özelliklere sahip mimarisi yanında giyim kuşamı ve kültürel dokusunun aynılığına da şahit olursunuz. Farklılıkları ise sadece bir turizm avcılığı bağlamında kullanıldığına tanıklık edersiniz. Gençlerin neredeyse farksız bir aynılık içinde varlık kazanmaları, ortak bir duyguyu taşımaları, ortak hareketlere sahip olmaları, aynı şeyleri tüketmeleri, sevmeleri, oyalanmaları vesaireyi dikkate aldığımızda dünyanın önündeki büyük tehlikenin gelecekte birbirinin aynı olan insanların ürettiği hiçliğin ve boşluğun kişisel dünyada meydana getireceği tahribat olmalıdır.

Ötekini tüketmek ve yok ederek kendi hegemonyasını sağlama almanın getirdiği sorunların en büyüğü ise küresel şiddetin varlığıdır. İki dünya savaşından sonra, bölgesel çatışmaların sürekli nöbetleşe devam ettirilerek dünya siyasetini sürdürmek ve bugün hem Ortadoğu, hem Afrika ve Hem de Rusya topraklarında gelişen çatışmalar… Aynılığın ürettiği şiddetin batıda ise protestolar olarak öne çıkması, kutsal kitapları yakma, eylem sırasında polis şiddeti veya polise yönelik şiddetin varlığı, her alanda bir şiddetin kurumsallaşarak varlığını sürdürdüğünü söylemeyi mümkün kılmaktadır.

Psiko sosyal alanda aynılığın ürettiği şiddet ise gençler arasında revaçta olmaktadır. Ergen şiddeti olarak okullarda mevcut olması, yarış atına dönüştürülmüş gençlerin, her vesilede bir çatışma ve şiddet kullanımını meşrulaştırması ciddi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Aynılığın ürettiği bir zeminde; açığa çıkan herhangi bir olay ve durumun veya karakteristik yapının bir anda dünya çapında bir yayılışa ulaşması da dikkatle incelenmelidir. Son iki yazdır, dünyanın neresine giderseniz gidin, aynı tarz çıplaklığı bütün genç ve orta yaş grubunda görmeniz mümkündür. Mahremiyetin bir ayıp olarak görülmesi kadar, çıplaklığın normalleşmesi de ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. İşte aynılığın sağladığı psikososyal sistemin taşıdığı sorunun küreselleşmeyle ilintili bir şekil almasını bu şekilde açıklığa kavuşturmak mümkün olmaktadır.

Otantik bir bakış için bile neredeyse her kültürün harekete geçirilerek otantik olanda bir aynılığın açığa çıkarılması, beraberinde bir yarışı ve bu yarışın ürettiği kaosu görmeye hazır olmalıyız. Bireyin kendisi olma adına kendine acımasızca yüklenmesi ve farklılık adına farksızlığa duçar kalması ayrı bir psikososyal sorun olarak önümüzde durmaktadır. Herkesin kendi olma çabaları, küresel bir alana taşındığı zaman aynılığın dayanılmaz şiddeti kendisini göstermektedir. Herkesin kendisine saygı beklediği bir zeminde saygının kaybına duçar kalmak bir an meselesi olduğu yaşanarak tecrübe edilebilinmektedir.

Bu durum, bir kaygı kaynağı olarak neşvünema bulmaktadır. Kaygı, kendi otantik yapısı ve anlamla bağıntılı bir zemin yerine, başkasına benzeme ve başkasının sahip olduğu şeye sahip olma ile yer değiştirerek, kaygının anlam ile bağını kopartmaktadır. Kaygı, bireyin, en zengin bireyle yer değiştirme arayışı olarak öne çıkması, insanın diğer insanlar ile ilişkisindeki patolojik zemini göstermesi sorunun bizatihi kendisidir. Kaygı, olumlu anlamda kişinin anlam arayışını belirtmesi esas iken, birey açısından kaygı, güncel, maddi zeminlere ve pozitif hale dönüşmüş ötekinin sahip olduğuna sahip olmaya dönüşmeye başlamıştır. Bu durum insanı bir eşiğe getirir, orada bırakır.

Eşik, insanın bir sıçrama tahtası olma özelliği olarak öne çıkan bir olgudur. Eşik demek, yeni bir duruma, hale, olguya geçiş demektir. Eşik, yeni bir başlangıcın ön adımıdır. Ama burada eşik ise, aynılaşan insanın, ötekine dönüşmesi ve onun elindekinin sahibi olma konusundaki kararlılığı ve bu bağlamda kendisinde meydana gelen ruhsal değişimin onun karakteri üzerinde yarattığı olumsuzluğun başlangıç zeminidir.

Modern insanın gelip dayandığı eşik, yok oluş ile var oluş arasındaki ince gerilimi işaret eder. Bu eşikte durmak, farklılaşmak yerine aynılaşmanın dayanılmaz cazibesine kapılmaktır. Ama bu aynılaşma bir yok oluşu da beraberinde taşımaktadır. Bireyin kültürel, davranışsal, estetik beğenileri bağlamında eşitlenmesi, yaşanamaz bir dünyanın varlığının gündemleşmesini de beraberinde taşımaktadır. İşte modern dünya benzeyenlerin bir arada yaşadığı dünyanın tüketimine tanıklık ederek uzaya yol bulma arayışlarının temellendirildiği bir zemini de işaret eder.

Aynılık bir kaçışı zorunlu kılmaktadır. Bu kaçış ise bir hiçliği ve derin girdaplarla dolu bir boşluğu ısmarlamaktadır. Birey, kendi hiçliğinde yaşarken düştüğü boşluğu ya uyuşturucu girdabında debelenerek geçirmek veya şiddetin sarmalında kendinden geçerek geçiştirmek zorunda kalmaktadır.

Aynılığın doğal bir sonucu olarak meydana gelen durumun aşılması bağlamında yapay zekânın varlığı ve neredeyse son yirmi yıldır, robotlar ve yapay zekâ konulu filmler ile geçirdiğimizi unutmayalım… Aynılık, benzerlik üzerinden yapaylığı, yapaylık ise yapay zekâyı kurgu üzerinden tasarımlayarak, yapay zekâ sahibi robotların en büyük hedefi ise insana benzemek olacaktır. Garip bir şekilde uzaylı varlıkların dünyamızda oluşuna dair haberler, göndermeler ve benzeri yaklaşımlar bize aynılığın ulaştığı seviyeyi ve çıkış arayışındaki sorunlu yapıyı gösterir.

İşte yabancılaşma, kültürel yüksekliğin tabii sonucu olarak meydana gelen bir olgu olarak önümüze düşmektedir. Aynılaşmanın beraberinde taşıyacağı yabancılaşma… Aynı şeyleri görmekten dolayı meydana gelen kanıksama beraberinde bir ilgisizliği ve yabancılaşmayı taşımaktadır. Her yerde aynı çıplaklığı gören birinin artık çıplaklığın ilgisini çekmemesi ve ona karşı alakasını yitirmesi doğal bir tavırdır. İşte Lezbiyenler, Geyler ve benzeri sapkın cinsiyet arayışları da bu aynılığın doğurduğu sıkıcılığın meydana getirdiği yozlaşmalarla ilgili bir durumdur.

Bu kadar benzerliğin olduğu bir vasatta her şeyin birbirinden bu kadar uzaklaştığı başka bir zemin tasavvur bile edilemezdi. İnsanların cep telefonlarına hapsolmalarının sebebi de bu olsa gerek! Bir cep telefonunda geçirilen hayat, kendi eşiyle geçirdiği zamandan fazla ise burada çok ciddi ve güçlü bir yabancılaşmanın varlığını gösterir.

Sonuç olarak, meydana gelen her şeyin, birbirinden bağımsız olamayacağını biliyoruz. O zaman yaşanan her olgunun içinde var olduğumuz dünya görüşü ve kültürel hegemonyanın bir iz düşümü olduğunu unutmamalıyız… Retorikte sürekli farklılığa yapılan bu kadar büyük vurguya rağmen, bu kadar aynılaşmanın varlığını gözlemlemek büyük bir açmazı işaret eder. Propaganda boyutu içinde sürekli vurgulanan bireysellik, öznellik, kişinin hakları, her varlığın hakkının korunması söylemleri, kulağa hoş gelse de bir karşılığının olmadığını gözlemlemek mümkündür. Eğer, farklılığa bu kadar yapılan övgü büyük oranda bir aynılığa taşıyorsa insanı, durup düşünmek ve başını iki elinin arasına alıp derin düşüncelere dalmaktan başka seçenek bırakmıyor demektir.

Modern düşünce son iki yüz yıldır insanlığı getirdiği eşik, büyük bir hüsrandır. Bu hüsrandan kurtuluş ise; modern düşüncenin getirdiği eşiği değiştirmek ve yeni bir eşiğe ulaşarak başka bir dünya görüşü ve kültürel dokuya geçiş yaparak aynılıktan kurtulup farklılığı esas alan bir bakışın insanına dönüşmektir. İman etmek, salih amel sahibi olmak ve ahiretin varlığını kesin veri olarak kabul ederek yaşamı ona göre sürdürmek tek kurtuluş reçetesi gibi durmaktadır insanlığın önünde… Karar tabii ki insanın bizatihi kendisine aittir. Sonuçlarına katlanacak olan da o’dur…