Ölümün Hakikati Nedir?

Abdulaziz TANTİK

 

İnsan, yeryüzüne düşmüştür. Bu düşüş, ona yüklenen amacı gerçekleştirmeyi de içermektedir. Vahiy bunu bize deklare etmektedir. Yeryüzünde belirli bir süre yaşayacak ve sonra geri döndürüleceğiz. Bu açıklığa rağmen insanoğlu sanki hiç geri dönmeyecek gibi yaşamayı sürdürmeye çalışmaktadır. Bu yaşama çabası sürekli yeni sorunları insanlığın başına bela etmektedir. İşte bu yüzden ölümün neliği meselesi temel bir mesele olarak insanoğlunun yaşadığı sürece onun bir sorun alanı olarak önünde duracaktır.

Heiddegger, ölüm üzerine düşünmeyi, düşünme olarak tanımlar, düşünce, bilinmeye yönelik olmalı ve böylece bir kıymete haiz olabilir, demektedir. Bu durum, insan olmanın neye tekabül ettiği meselesi ile birebir irtibatlı bir durumu gösterir. Ölüm üzerine düşünmek, hakikatin neliği meselesini de açığa çıkartan cinsten bir konudur. Bu yüzden ölümü düşünmek, neye tekabül ettiği konusunu anlamaya çalışmak, insanlığın geleceğine dair bir bakışa sahip olmayı da içerecektir.

Ölüm, insanın sonsuzluğu keşfi ve hakikate uyanmasıdır. İnsanın dâr-ı imtihandan, dâr-ı bekaya göçüdür.  Bu insan için büyük bir lütuftur. Meselenin bu yüzünü öğrenmek için, yaşam öncesi döneme dair bir düşünme ameliyesi gerçekleştirmek lazım. Yani insan doğmadan önceki halin neliği meselesi ve neye tekabül ettiği meselesi, ölüm meselesini de aydınlatacak cinsten bir yaklaşımı insana sunar. İnsan, varlığının yokluğunu anladığında, yokluğunun varlığının neye tekabül edeceği konusunda da bir fikre sahip olabilir. O yüzden, insan, kendisinin olmadığı bir zamanı tahayyül etmeyi başarmalıdır. Ki ölüm sonrasındaki hayatın ne olduğunu da anlayabilecek kıvama ersin…

Ölüye saygısızlık nedir o zaman?
Ölüye saygısızlık bizzat kişinin kendisine olan saygısızlığıdır. Ayrıca sonsuzluğu bir saygısızlık yüzünden elinden kaçırması ve hakikatin acı tokadını yemesidir. Saygısızlık, bir değer vermeme halini ifşa eder. Ölüme değer vermemek, hakikati elinden kaçırmak anlamına gelir. Herhangi bir ölüye yönelik saygısızlık bizatihi kişinin kendisine yöneltilmiş bir saygısızlığa dönüşür. Çünkü insanlar tek bir insandan neşet etmiş ve aynı asla sahiptirler. Bu temel gerçek nedense hep unutulmaktadır. Salt insan olarak birine saygısızlık bütün insanlara yapılmış bir saygısızlık olarak görülmeli ki bunun sonucu kişi yaptığı saygısızlığı kendisine de yaptığını anlamlandırabilsin…

İnsanlar neden ölümden kaçar ve korkarlar?
İnsan, yakın olana muhtaçtır. Bu yakınlığı tam olarak kavrayamadığı zaman yanılgıya düşerek kendisine somut olarak yakın olana yönelir. Bu yüzden ölüm ve hakikat ona uzak düşer. Bu durumda ölümü istemez. Ama ölüm her kapıyı çalacaktır. Çünkü bu ölümün görevi… Kaçınılmaz olan ölüme rağmen insanın ölümden korkması onun dünyaya bağlı ve bağımlı olmasıyla da ilişkilidir. Ölümden korkmak yerine insani olan, kendisine yüklenen amacı gerçekleştirip gerçekleştirmediği konusunda bir korku, tedirginlik ve dikkat gösterilmelidir.

Ölüm ile hakikat arasındaki bağ ne?
Ölüm, hakikatin hakikat olarak gözlenebileceği ve tecrübeye konu edilebileceği bir seviyeye insanın yükselmesidir. Hakikat, insan için bu dünyada uzak kılınmıştır. Ancak derinlemesine bir tefekküre konu edinildiğinde esintilerine dair bir bakış elde edilebilir. Tabii ki hakikatin bu dünyada insan ile bir teması olacaktır ve hep de var kalacaktır ki bu insanın sorumluluğunun teminatı olsun. Bu yüzden hakikat göreceliğin sisli perdeleri altında bu sisi aralayacak göz ve bakışa kendini ele verecektir. Ama ölüm ile aradaki mesafe kalkacağı için artık ne sis ve ne perde kalacaktır. Mesele, yaşarken ölmeyi başarmak, hakikati ise yaşadığı anda idrak ederek ona uygun bir yaşamı içselleştirerek, ona şahitlik ederek insanlara örnek olabilmektir.

Hakikatin üzerinin örtülmesinin bu dünyadaki yaşantı ile bir bağı var mı?
Tabii ki var.
Bu dünyaya takılı kalmak ve onu arzulamak, ona göre hayatı düzenlemek hakikatin daha çok üstünün örtülmesine zemin oluşturur. Çünkü görmek için aradaki mesafeyi azaltmak lazım. Ama insan dünyaya bağlı olduğunda ve hayatını buna göre düzenlediğinde hep hakikat ile arasına mesafe koymaya ve perdeleri de kalınlaştırmaya devam eder. O zaman gördüğünün hakikat olduğu zehabı ise onu hakikatten daha da uzaklaştırır. Bu yüzden hakikat yakın olanı değil uzak olana ayarlı bir göz ve bakışa kendini teslim eder. Buradaki yakın dünya metaı ve nefsin arzusu iken uzak ise cennet ve hesabın verileceği zamana göndermedir. Basiret ve hikmet ile meselelere yönelmek insanı hakikate yakın kılar.

Biz bu dünyadan hiç mi nasibdar olmayacağız?
Tabii ki nasibimiz olanı alacağız. Ama buna esir düşmeyeceğiz, dünyayı yaşarken bir zevk de olacak, ama bütün bu şeyleri belirli sınırlar dâhilinde gerçekleştirdiğimizde bir sorun olmayacak, bizzat hakikate bizi yakınlaştıracaktır. Önemli olan sınırları bilmek, ona uygun yaşamak ve yaşadığımız her şeyi tecrübe ile bilgimizin konusu haline getirmektir.

Ölüm korkulacak bir şey değil, sorumluluğu üstlenmenin en temel idrak sağlayıcısı olarak görülmelidir. Korkulması gereken ise bu sorumluluğu yerine getirmeyenlerin hakikatin açığa çıktığı zeminde duyacağı acı, pişmanlık ve yok olma isteği olmalıdır ki buna da imkân tanınmaz zaten…

Abdulaziz Tantik