Müslümanların Ahvali ve Çözümüne Dair

Abdulaziz TANTİK

Müslümanların Ahvali ve Çözümüne Dair…

İnsanların kendi ahvallerini bilmeden yaşamaları yaşamın sürüklenişinin kurbanı oluşlarının garantisini oluşturur. İnsanlar, genel itibarıyla içinde var oldukları ahvali hakkında farklı yöntemler üzerinden anlamaya çalıştıkları için bir olgu olarak hakikat bağlamında kendi ahvalleri hakkında doğru bir bakışa sahip olamazlar. Bu neredeyse insanlık tarihi kadar eski bir sorun alanıdır. 

Ahvali bilmeden onu değiştirmenin mümkün olmadığı ise bilindik bir tespittir ve haklıdır. Ahvali hakkında kendisine dikte edilen bakışı kabullenmek ise modern deyim ile sosyal mühendislik faaliyetine maruz kalmayı sağlar. O yüzden ahvali bilmek kadar, bu ahvali oluşturan süreci de doğru bir okumaya tabi kılmak elzem hale gelmektedir.

Son iki yüz yıldır, Müslümanlar elle tutulur, gözle görülür bir başarı elde edemediler, istisnai durumlar söz konusu olabilir. İran İslam devrimi gibi, ya da Pakistan Devletinin kurulması, Sudan’da elde edilen kısmi iktidara gelme başarısı ve benzeri müslüman ülkelerdeki iktidara geliş süreçleri olmakla birlikte geleceğe dair ve geleceği belirleyecek bir pozisyon üretmede yetersiz kalınmıştır. İran İslam devrimi bile istenilen sonucu verme yerine ayrışmayı ortaya çıkarmaktan öte bir işleve sahip olamadı. Hâlbuki büyük umutlar beslenmişti. Aynı şey Ak Parti iktidarı sürecinde de meydana geldi. Süreç ise Ak Partinin sekülerliği besleyen bir yapı olmaktan öte bir işleve sahip olmadığını gösterdi. Devlet politikaları bağlamında önemli bir işlev sahibi olsa da müslüman olma hali ve İslam’ın geleceğine dair derin bir sorun alanı oluşturduğunu da ifade etmekten kaçınmamakta yarar var. Hiçbir seküler devlet İslam’ın geleceğini dikkate alan siyasetler geliştirmez. Ümmet vurgusu ve müslüman ülkelerin birliği meselesi ise sadece mevcut ülkenin iktidar alanını genişlettiği ölçüde faydalı olacağına dair umudun nedenidir. 

Aksa Tufanı ile birlikte müslüman ülkeler ve iktidar erkleri ile müslüman halkların gözleri önünde soykırıma tabi kılınan müslüman Filistinli kardeşlerine yardım konusunda hiçbir adım atamamaları, gıda yardımı gibi konularda bile kendi inisiyatifleri olmadan birçok yardımında heba olmasına neden olduğu gözlenmektedir.  Müslüman aileler çözülürken, gençleri deizme doğru kayarken, din dışı bir ahlaki yapının üstün bir konuma yükselişine dur diyemezken, hala İslami hareket ve benzeri söylemlerin ne kadar anlamlı olduğu tartışması da kenarda hazır kıta beklemektedir. Müslümanlara yöneltilmiş ahlaki düşüklük eleştirileri ise bir doğruyu ifadeye dönüştüğü sürece Müslümanlardan ve dolayısıyla Müslümanlıktan uzaklaşma kendiliğinden gerçekleşmektedir. 

Aklı başında her Müslüman’ın bu durum karşısında bir ‘kaygı’ya sahip olması ve bu kaygının giderilmesi konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için sorunun niteliğini, niceliğini ve olgusal düzlemini doğru bir şekilde tespit ederek adım atmaya başlaması elzemdir. Müslümanların mevcut hali elbette ki eleştiriye tabi kılınmalıdır. Ama bu eleştiri biçiminin kendisi sorunun bizatihi kendisine dönüşme emaresi göstermektedir. Eleştiriyi de doğru bir zemine yöneltmediğimiz zaman sorunu katmerli hale getirmekten öte bir işleve sahip olmamaktadır. Bugün mevcut Müslümanların yaptıkları yüzünden eleştirilmeleri yerine onları bu işleri yapmaya sevk eden bakış, düşünce ve gelecek beklentilerini eleştiriye tabi kılmak ve düzeltme ya da ıslah etmeyi öncelemek sorunu çözüme yöneltmede bir ilk adım olarak öne çıkarılmalıdır.

Her müslüman grubun diğer müslüman grubu eleştiriye tabı kılacağı bir zemin bulması kolaydır. Bu eleştirilerin ise müslüman grupları birbirinden uzak kıldığı ve birlik gibi temel bir yapıyı zedelediği de bilinmelidir. Müslümanların kardeş olmaları, aynı topluluğun bir ferdi olarak ümmet olmaları elzem iken bu eleştiriler onları parçalayarak yutulmaya hazır hale getirmektedir. Bu yüzden eleştiriyi daha sahih, kalıcı, samimi ve bütünlüğü koruyacak bir zemin için kullanmalı ve emareleri ile değil asli sebepleri üzerinden ele almayı başarmak zorunlu olmuştur. 

Her eylemi inşa eden bir zihni faaliyet söz konusudur. Hiçbir eylem bir söz ve düşünce olmadan inşa edilemez! O zaman eylemlerimizi belirleyen sözü ve düşünceyi tespit etmek ve onu düzeltmek eylemin düzeltilmesi içinde gerekli olan iradeyi sağlayacaktır. Eğer, içinde var olduğumuz düşünce dünyası bizi ayrıştırıyor ve eylemlerimizi salih amel olmaktan çıkartıyorsa, bu düşünceyi yeniden ele almalı ve gereken titizlikle eleştiriye tabi kılmayı öncelemeliyiz. Ama düşünceyi savunarak, eylemi karalayarak yola çıkma arzusu sorunu içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Eğer söylediğimiz söz ile eylem arasında bir tenakuz varsa ki Müslümanların kahır ekseriyetinde bu tenakuzu görmek mümkündür, o zaman ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı gösterir. Bu yüzden, ilk yapılması gereken ve cesaret gerektiren şey, düşüncemizi oluşturan şartların yeniden ele alınması, bu düşünceyi besleyen ilkelerin ve yöntemlerin eylemlerimizle ilişkisini doğru bir şekilde ele alarak eleştirel bir tutum üzerinden değerlendirmeli ve ona göre yeniden harekete geçecek ve gerekirse eski düşünceleri değiştirecek cesarete sahip olunmalıdır. 

Cesaret, değişimi sağlayan şeydir. 

Nefs mertebelerinde ikinci mertebe ‘kendini kınayan nefs’tir. Bu mertebe yükselişe geçişi başlatan ve eleştirel tutumu kendi nefsine yönelterek kendini yeniden düzenleyen bir yaklaşımı içeren tutumdur. Sürekli başkasını eleştiren birinin kendisini düzeltmesi beklenemez! Islah, kişinin kendi nefsini eleştiriye tabi kılarak kendini düzeltmesi sayesinde gerçekleşir. Bu aynı zamanda bir temsiliyet kazandığı zaman toplumsal zeminde de kendi toplumsal nefsine yönelik eleştiriler toplumsal salahı beraberinde taşır. 

Herhangi bir tartışmaya girmeden şunu söylemekte yarar var: içinde mevcut olduğumuz şartları, sahip olduğumuz düşünme biçiminin sağladığı bir yapıdır. Eğer bu yapıdan memnun değilsek, o zaman düşüncemizi, bakışımızı, ilkelerimizi veya doğru bir düşünce, bakış ve ilkelere sahip isek, onlara uymadığımız için bu durumda olabiliriz, o zamanda yapılacak ilk şey o ilke, düşünce ve bakışa uygun bir eyleme, salih amele yönelmeliyiz. Her mümin, müslüman, hareket, cemaat, vakıf, topluluk, grup bunu dikkate alarak yeni bir hamle yapabilirse, Gazze katliamına seyirci kalmadan orada soykırıma dur diyecek bir hareketin fitili ateşlenebilir. 

Bu bir süreç işidir, diyenlere haklısınız, derim. Ama şunu da hatırlatmakta yarar var: her zaman değişim bir kıvılcımla başlar. İşte Müslümanların kıvılcımı, Gazze’de yakılan ateşten oluşsun da neleri değiştireceğine dair bir bakışa sahip olmaya yöneldiğinde sonuç görülür. Dünyada meydana gelen her kötülük benim sorumluluk alanımdır diyerek bakmayan birinin kendini ıslah etmesi düşünülemez! Büyük davalar, büyük insanlar yetiştirir. O zaman her müslüman ‘Büyük bir Dava’ sahibi olmaya başlayarak ilk adımı atsın ki dünya değişsin…