Müslümanlar Ve Gazze Katliamı…
Sesli Makale Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
İnsanlığın tükendiği zamanları yaşarken, sanki hiçbir şey olmamış gibi hala hayatını sürdüren insan ve Müslümanların varlığı ise tam bir garabet olarak önümüzde durmaktadır. Yarın Gazze’de meydana gelen şey, dün Irak, Afganistan, Çeçenistan ve Bosna’da da meydana gelmişti. İrili ufaklı başka yerlerde de benzer soykırımlar söz konusu olduğunda yine ses çıkarılmadığı için bir milyon insan iptidai bir şekilde birbirlerini kılıçla doğramıştı. Ama insanlık sessizce sessiz kaldığı için başka soykırımlara ve katliamlara kapı aralanmıştı. Bugün ise Gazze katliamı kaçıncı kez yapılmaktadır. Ama insanlık sessizce veya sesini kendisi duymayacak şekilde çıkararak tepki vererek durmaktadır. Bu da katliamı durdurmaya yetmediği gibi yeni katliamlara kapı aralamaktadır. Bugün Lübnan’da olan yarın Suriye ve başka topraklara da sirayet edecektir. Sonu gelmeyen bu katliamlara karşı ise Müslümanların yapabileceği bir şeyi yokmuş gibi durmaları ise taşıdıkları İslam dininin temel özellikleri ile de bağdaşmamaktadır.
Gazze, yıllardır, yaşadıkları acı deneyim ile sürekli ahlaki zeminini güçlendirerek tarihin en büyük zulmüne karşı en büyük direnci göstermeyi başarmaktadır. Onlar, İslam ahlakının en güzel temsilcileri ile neşvünema bularak hayat kazandılar, dirildiler, ölürken dirilen tek güzel örneklik olarak önümüzde ve insanlığın önünde durmaktadırlar. Bu durum, müslüman dünyanın dışındaki insanları İslam’a yönelmelerine sebep teşkil etmektedirler. Bu durum bile her Gazzeli Müslüman’ın en güzel mükâfatı olarak önünde durmaktadır.
Gazze dışında kalan Müslümanların ise kendi sorunlarını çözme konusundaki yetersizlikleri gün gibi aşikâr olmuştur. Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, bir müslüman asla zulme boyun eğemez ve onu meşru göremez! Ama iki milyara yakın müslüman çok cılız seslerle kendilerini ifade etseler de dünya hayatının çekiciliği onları sarmalamakta ve yaşadıkları ülkenin jeopolitik stratejileri onları durdurmaktadır. İçinde yaşadıkları modern dünyanın onlara sağladığı nefes ile yaşama çabaları ise onları felç etmekte ve onlar bunun farkında bile değiller. Sonra da kendi iç muhasebelerinde niye yeterli bir tepkiyi veremedikleri için kendilerini içten içe kemiren bir duygusal tepkilerle boğuşmaya takati kalmamaktadır.
İman ve salih amel noktasında yaşadığı travmatik duygusal tepkilerin varlığı Müslümanların Gazze katliamına ve Yahudi erkinin dünyayı sarmalayan küfür rüzgârını salmasına yönelik tepkisizliğini inşa etmektedir. Müslümanların önce bağımsız bir karakter taşıması gerektiği önem arz etmektedir. Özünü gürleştirmeyen Müslümanların yapılan zulme karşı çıkmaları beklenmemelidir. Çünkü onlar kendilerine biçilen role uygun davranmayı dünya ile barışık yaşama olarak adlandırdıkları için öylece yerli yerinde durmaya devam ediyorlar. İçlerinden sürgit patlayan bombalar ve yaşadıkları büyük kaotik karmaşayı bile göremeyecek kadar batıla/dünyaya dalmış uyumaya devam etmektedir. Karşı çıkan Müslümanlarda vardır. Bu Müslümanların azınlıkta olmaları yapıp ettiklerini kendileri için bur kurtuluş ama Gazze’nin kurtuluşu için yetersiz kılmaktadır.
Müslümanların dillerinden düşürmedikleri Müslümanların vahdeti, İslam Birliği gibi temel temalar ise mevcut siyasal konjonktür üzerinden değerlendirdiğimizde imkansıza yakındır. Çünkü bütün müslüman ülkeler, dışa bağımlı; ister siyasal bağımlılık, ister ekonomik bağımlılık veya ister teknolojik bağımlılık olsun, bu bağımlılıklar bağımsızlığa tevdi edilmediği sürece müslüman ülkelerin kendileri olmaları ve kendi değerlerine göre tepkiler inşa etmeleri beklenemez olandır.
Müslümanların fert olarak, cemaat olarak, kavim olarak, ümmet olarak, ülke olarak önce bağımsızlığını kazanması elzemdir. Bu bağımsızlığın ilk adımı ise fert ile başlar ve toplumsal zemin ile devam eder. Toplumsal zeminde güçlenen bağımsızlık yeni doğan fertlerin bağımsız bir karakter taşıyarak varlık sahasına çıkmasına zemin oluşturur. Tıpkı Gazze’de gerçekleşen bağımsızlaşma gibi…
Gazze halkı, fert ve toplumsal yapı olarak Müslümanların önünde bir tanıklık, bir örneklik olarak durmaktadır. Kendi imani değerlerine sahip çıkmayan bir ferdin bağımsızlaşması beklenemez! Ferdi bağımsız olmayan bir toplumun bağımsızlaşmaya başlaması imkânsızdır. Toplumsal bağımsızlığını elde edemeyen bir ülkenin siyasal erkinin bağımsız hareket etmesini beklemek ise ham hayalden öteye geçemez!
Bu yargılar bize nereden başlamamız gerektiğini de belirtmiş olmaktadır. Önce ferdin bağımsızlaşması, ferdin bağımsızlaşması için ise, onu bağımsız bir karaktere taşıyacak bir eğitim ve terbiye yöntemine olan ihtiyaç izaha muhtaç olamaz! Bu yüzden de bağımsız bir entelektüel akla ve bu aklın oluşturacağı teorik bir çerçeveye ihtiyaç hâsıl olmaktadır. Ayrıca bunu başarılı bir şekilde uygulamaya alacak bir cemaate de ihtiyaç olacaktır.
Gazze katliamına dur demenin yolu ise; kitlesel bir protesto gücü meydana getirmek ve bu sorumluluğu imani bir sorumluluk olarak kabul ederek eyleme başlamayı başarmaktadır. Müslümanlar, müslüman olduğunun bilincinde olarak varlık kazanmalıdırlar, onların bu bilinci siyasal zemine sıçramalıdır. Siyasal erk, bu bilinç üzerinden halkını buna hazır kılmalı ve gereken ne ise onu yapmaya yönelik bir irade beyanı ortaya koymalıdır. Ortaya çıkacak tepkileri karşılayacak bir toplumsal mutabakatı ise müslüman olma şuurunun gücü ile ortaya koyarak dünya tarihini değiştirecek bir eylemliliğe yönelmelidir. İşte o zaman dünya Müslümanları topyekûn ayağa kalkarlar ve her müslüman ülke bu iradeye boyun eğerek yeni bir dünyanın kurulmasının mümkün olduğunu görerek teslimiyet gösterebilirler. O zaman Müslümanlar yeni bir dünyanın kurucu unsuru olarak işlevsellik kazanarak, her insanın müslüman olma imkânını kendisine bahşederek üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır. Bu da ilahi inayetin üzerlerine yağmasını ve adalet ile barışın ikamesinin mümkünlüğünü gösterir.
Bize düşen şey, neyi kaybettiğimizi önce anlamak, bunun sebeplerini idrak etmek ve bu kaybettiğimiz şeyi yeniden elde ederek yürüyüşe başlamaktır. Kaybettiğimiz şey ise iman ve amel arasındaki denge ve ilişkinin niteliği idi. Yeniden iman ve salih amelin bütünlüğünü idrak etmeli ve hayatı bu denge üzerinden kurmayı öncelemeliyiz.
Ümmet olma şuuru ise, müslüman ferdin, ümmeti kendi iç dünyasında yaşamaya başlaması ve bir ümmet gibi davranmayı öğrenmesi ile birlikte açığa çıkan bir şeydir. Ümmet şuuru Müslümanlara sirayet edebilecek bir hassasiyete sahiptir. Bir yerde açığa çıktığında diğer yerlere de sirayet eder. O yüzden önce bir yerden başlaması lazımdı. Gazze bunu başlattı. Artık diğer Müslümanlar bu şuurdan nasiplenerek varlıklarının anlamlarını bulmayı başarmalıdırlar. Yoksa sonları cehennem olmaktan onları kurtaracak bir şey bulamayabilirler…