Müslümanca Duruş
Sesli Makale Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
İnsanın durduğu yer kendisinin akidesini, sosyal hayatını, ilişkiler ağını ve olaylara yaklaşım biçimini belirlemektedir. Gazze sonrası başlayan İsrail’in Lübnan saldırıları bu durumu bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır. ‘Bir müslüman olarak nerede durmalıyım’ sorusundan çok, siyasi olarak durduğu yerden hareketle olaya tepki vermenin dayanılmaz cazibesinin kazandırdığı bir güç ile savunusu yapılmakta ve Müslümanların birliğine halel gelip gelmeyeceğini dikkate almayan bir bakış üzerinden bu gerçekleştirilmektedir.
Hizbullah, öncesi ve sonrası ile elbette eleştiriye tabi kılınabilir. Suriye’de ortaya koyduğu tavırlar, eleştiriye açık tavırlardır. Ama aynı şekilde Hamas’ın yanında yer alması da o şekilde olumlanmaya açık bir tavırdır. İran, Hizbullah üzerinden Hamas meselesini tartışmanın müslüman zihne kazandıracağı herhangi bir şey yoktur. Çünkü düşman; İsrail, ABD ve şürekâsı bütün Müslümanları düşman kategorisinde görmektedir. Bugün yanında tuttuğunu yarın yok etmenin imkânları açığa çıktığında arkasına bakma gereği bile duymayacağını birçok olayda gözlemlemiş olmamız gerekmektedir.
Nasrallah’ın öldürülmesi üzerine sevinç duyulması, düşmanı ya tanımamak, ya da duygularına yenik düşmekten öteye geçmez! Her dönemde Müslümanların kendi iç tartışmaları ve bölünmeleri söz konusu olmuştur. O tarihlerdeki Müslümanların konumlarına bakın, hep yenilgiler tarihi ve genelde de Müslümanların kendi düşünce sistematiğinden kopuşlarını doğurmuştur. Tabi ki bu kopuşun olumlu bir bütünleşmeyi öne çıkardığı da gözlenmektedir. Ama bu durumun büyük yıkımların sonucu oluştuğunu da unutmamak gerekir…
Tarihte Müslümanlar ne zaman iç çatışma yaşamaya başlamışlarsa düşmana karşı yenilgi kaçınılmaz olmuştur. Ne zaman birlik sağlanmışsa, düşmanı yenmek mukadder olmaktadır. Siyasal tarih açısından bunu gözlemlemek her zaman mümkündür. Bir avuç müslüman ile İspanya fethedilmiş, ama en güçlü zamanda Müslümanların şehir devletlerine dönüştüğü bir zeminde de yenilgi mukadder olmuş ve Müslümanların zorla dinlerinden döndürüldüğü bir zaman dilimine tanıklık edilmiştir. Benzer bir durum bugün de hala sürmektedir. Kendi iç barışını sağlayamamış her ülke, siyasal ve mühendislik faaliyetlerine duçar kalmakta ve kendisine biçilen rolü oynamaktan başka seçenek kalmamaktadır.
Bugün İran ve Türkiye gibi ülkelerin iç kargaşaya sürüklenmeye çalışılması, oraya yönelik siyasi mühendislik faaliyetlerinin yapılması, bölgesel güç olarak kendilerinin çıkarlarına muhalif bir gücün varlığını istememe ile orantılı bir durumu açık kılar. Aynı şekilde Hamas gibi müslüman olma halini bütünlüğü içinde taşıyan bir örgütün katil İsrail tarafından yok edilmesine karşılık müslüman ülkelerin hiçbir şey yapmamaları da kendi Müslümanlıklarının deşifre edilmesine ve Hamas’ın varlığının kendileri için bir tehdit olduğu bilinci üzerinden anlaşılabilir. Orada gösterilen direnç adı müslüman olan ülkelerin iktidarlarının da sonunu taşıyacağı için bir tehdit olarak algılanmakta ve kıllarını kıpırdatmamaktadırlar. Buraya destek veren Hizbullah’a ise Şiilik üzerinden saldırılarak yaptığını kendilerinin yapmadığını gizlemeye matuf bir riyakârlıkla gizlemeye çalışmaktadırlar. İran veya Hizbullah, hangi amaçla olduğunu bilmezsek bile Hamas için ortaya koydukları tutum, özellikle Hizbullah’ın komuta kademelerinin yok edilmesini de beraberinde taşıyan boyutu dikkate aldığımızda ödenen bu bedeli dikkate almadan yorum yapmanın beyhudeliğini tartışmaya mahal yoktur. Kılını kıpırdatmadan, oturduğu yerden ama Hizbullah da şurada bunu yapmıştı demenin bir karşılığı bu olayda bulunmamaktadır. Geçmişte yaptığı şeyler yüzünden tabi ki Hizbullah da İran’da eleştiriye tabi kılınabilir. Hatta kendi çıkarlarına uygun geldiği için bu durumu yaşadıkları da söylenebilir. Ama bu yine de Hamas ve Gazze katliamına seyirci kalan ülkelerin hatalarını ortadan kaldırmaz! Ama Gazze sınavında İran ve Hizbullah’ı haklı çıkarır.
O zaman temel soru şu: Ben nerede durmaktayım?
Bu soruya cevap olarak, kendi ülkemin çıkarlarının yanında yer almaktayım, diyebilir insan, işte o zaman durduğu yere göre kendini konumlandırır ve bu inancını da belirlemeye yarar. İçinde yer aldığı bloğa göre de duruşunu gösterebilir. O zaman da o bloğa göre hareket etmeyi göze aldığına göre o bloğun bütün doğru ve yanlışlarını da göğüslemeye hazır olmalıdır. Mezhebi, kurumunu, ideolojisini öne çıkartanlar da olabilir. Ona göre tanımlanmayı hak ederler.
Bir müslüman ise, müslüman olarak vahyin ve Nebevi örnekliğin kendisine bildirdiği ve beyan ettiği bir duruşa sahip olmalıdır. O zaman müslüman olmayı önceleyen ve diğer çatışma alanlarını ise geçici zemin olarak görerek asli duruma göre tavır geliştirmeyi önceler kişi… Bu da onu sadece İslam’ın tarafı kılar… İslam’ın yorumlarından bir yorumun yanında yer almak ile İslam’ın yanında yer almak arasındaki derin ayrımı görmeyen bir müslüman kişiye ancak önce bu ayrımı anlatmak farz olacaktır.
Tereddütsüz Gazze halkının yanında yer alan bir insanın, tereddütsüz Gazze halkının yanında yer aldığı için saldırıya uğrayanların yanında yer alması Gazze halkının yanında yer almak olarak görülmelidir. Başka türlüsü doğru olmayacağı gibi mantıklı ve tutarlı olmaz! Ancak, siyasal duruşuna göre tavır geliştirmek gibi algılanabilir.
O yüzden müslüman, din ile dine dayalı yorum üzerinden geliştirilmiş bütün bakışları aynı kefeye koymamayı öğrenmelidir. Düşmanın, emperyal güçlerin, kendi iç farklılıklarına rağmen, düşmanlarına karşı, dine karşı bir bütünlük içinde hareket ettiklerini gözlemlemek apaçık bir gerçekliktir. Suriye örneğinde Rusya ve ABD’nin birçok konuda ortak hareket ettiklerini gözlemledik. İsrail’in Suriye hava sahasına yönelik saldırılarına karşın Rusya’nın herhangi bir tepki vermediğini de gördük. O zaman, kâfirler kendi aralarında parça – parça olsalar da dine ve Müslümanlara karşı birlikte hareket etmektedirler. Bu temel gerçeği görmeden bölgede yapılmak istenen değişimleri anlamak mümkün görünmemektedir. Müslümanların bölünmüşlüğü, onların gücünü güçlendirmektedir ve bu bölünmüşlükten yararlanarak, Müslümanların kendi iç çatışmalarını güçlendirmekte ve kendi yanlarına çektikleri ile karşılarındakine karşı destek kılarak Müslümanların bir araya gelmelerinin önü kesilmektedir.
Hâlbuki basit bir gerçeklik vardır: Bugün Müslümanların bir kısmı bile bir araya gelse İsrail diye bir güç kalmayacaktır. İran, Türkiye ve Mısır gibi büyük ülkeler, yanlarına Irak, Suriye ve Libya gibi ülkeleri aldığında, bu bütünlüğü sağladığında bu bölgede ne ABD, ne İsrail, ne İngiltere veya başka bir güç varlık gösteremeyecektir. İşte bu gerçeği bilen düşman, müslüman ülkeleri birbirine düşman kılarak kendi egemenliğini garanti altına almaktadır. Müslüman gruplar ve kurumlarda bu oyuna düşmekte ve aldığı destek ile hep bir başka grup, kurum veya harekete düşman kesilmektedir. Hâlbuki iki müslüman bir biri ile çatışmaya girse bile üçüncü Müslüman’a düşen sorumluluk, önce çatışmayı durdurmak ve engellemek, sonra eğer durdurulmuyorsa, ilk başlatanı durdurana karşı muhatabına destek vermektir.
Müslüman, aklını başına almalısın, sana kurulan oyuna düşmemelisin, kendi dininin sana öğrettiği ahlaki tavrı öncelemelisin, hangi olaya hangi tavrı göstermen gerektiği konusunda açık beyyineler bulunmaktadır. Sana düşen bu beyyinelere uygun davranışlar sergilemektir. Ümmetin birliği bir ütopya olabilir, ama bir hayal değildir, bilakis, Müslümanların üzenine yüklenmiş bir amaç ve sorumluluktur. Bu bilinç ile olaylara ve gelişen olgulara bakmakta yarar vardır.
Müslüman, ahlaktan, imandan, dirlikten, bütünlükten ve birlikten yanadır… Her olayı, olguyu ve durumu kendi otantik yapısında değerlendirmeyi önceler ki duyguya ve aldatılmaya açık hale gelmesin…
Abdulaziz Tantik