Müslüman Ülkelerin İktidar Halk Çatışmasının Gazze Soykırımına Yansımaları…
Sesli Makale Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Müslüman Ülkelerin kendi iç çatışması, özellikle de iktidar ve halk arasındaki o derin çatışma; iktidarın seküler tabiatı ve halkın müslüman oluşu arasındaki derin çatışma ve gerilim, Gazze Soykırımının devamına yönelik bir etkisi olduğunu söylemek artık saklı bir gerçekliği ifade gibi görünmüyor. Arap Başkentlerinin daimi sahipleri olarak neşvünema bulan dışişleri veya iktidar sahibi kralları, Hamas’ı bir Müslüman Kardeşler Hareketinin bir devamı olarak gördüklerinden ve kendi ülkelerinde de bu Hareketin kendi iktidarları için bir tehdit oluşunu hesaba katarak İsrail katliamına ses çıkarmamaya devam etmektedirler. Çıkardıkları ses ise sadece ‘danışıklı dövüş’ dediğimiz cinsten bir sestir. Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn, Ürdün, BAE ve benzeri birçok ülke eğer gerçekten bu Gazze Soykırımına karşı duruş sergileselerdi bu kadar vahşi bir katliam sürdürülemezdi. Irak, Suriye ve Libya gibi ülkelerin yetersizliği, iktidarsızlığı yanında yaşadıkları sorunlar onları bu konuda taraf olmaktan uzaklaştırmaktadır. Suriye kendi topraklarına yönelik İsrail saldırılarına cevap verme gücü bile gösterememektedir. Tunus ve Cezayir ise yeterli sesi vermede yetersiz kalmaktadır.
İran ve Direniş cephesi denilen yapı ise belirli bir düzeyde karşı saldırılar yapmakla birlikte ABD ve Avrupa güçleri karşısında yeterli bir direnişi gösterme konusunda zayıf kalmaktadır. Karşılıklı saldırılar ve İsrail’in Lübnan’ın güneyine Hizbullah’ın bulunduğu yerlere aralıksız saldırıları bile tam bir savaşı başlatmada yetersiz kalmaktadır. Bu taktik ve stratejinin elbette ki kendi açısından bir değeri bulunabilir. Ama İsrail’in bölgede yapmak istediklerini engelleme konusunda ciddi zaaflar üretmekte ve şüpheleri çoğaltmaktadır. Türkiye’nin konumu ise bambaşka, politik olarak her türlü desteği sunmakta geri durmamaktadır. İktidar olarak uluslar arası arenada da verilen destek en yüksek sesle dile getirilmektedir. Ama İsrail ile ilişkilerdeki konum muhafaza edilmekte ve hala tam olarak ticareti bitirdikleri konusunda bir açıklama yapılmamaktadır. Bu konuda kamuoyunda oluşan şüpheler giderilememektedir. Kamuoyu baskısına rağmen, İsrail ile ikinci üçüncü ülkeler üzerinden ticareti sürdürmek politik tutum ile çelişmektedir. Ama buna rağmen, son iki aydır yüksek sesle dile getirilen ticaretin bittiğine dair bir emare görülmemektedir. Bu konuda resmi bir açıklama yerine getirilmediği gibi sivil protestolara yönelik şiddet ise açıkça görülmeye başlanmaktadır.
İsrail ise bu büyük sessizlikten güç alarak Lübnan meselesini gündeme taşıyarak Gazze’de yapılanları saklı tutarak orada kendi siyasi emellerine ulaşmanın imkân ve planlarını harekete geçirmeye devam etmektedir. Kamuoyu desteği ve baskısı giderek başka yönlere kanalize edilmesi de Gazze meselesini ikincil, üçüncül bir meseleye dönüştürmekte ve ilgiyi kaybettirmektedir. Bu ilgisizlik aynı zamanda İsrail için yeni imkânlar devşirmesine zemin oluşturmakta ve son günlerde Gazze’de hala ayakta kalan Hastanelerin boşaltılmasına yönelik hamlelerine devam etmesini sağlamaktadır. Son haber, hastanesini boşaltmayan doktor ve hastabakıcıları tutukladığı yönündedir. Hayatı çekilmez hale getirerek orada halkın yaşam alanlarını tamamen yok ederek, ölüme terk etmek ve böylece herhangi bir insanın kalmadığı bir zemin üzerinden kendi politik hamlelerini yerine getirerek Gazze şeridi sahilinin tek hâkimi/egemen olarak uluslar arası arenada da orada çıkarılacak Gaz’ın doğal sahibi olmayı garanti altına almak istemektedir.
Meselenin çok katmanlı oluşunu göz ardı eden her bakış son Filistin saldırısını doğru okumakta zaaf gösterecektir. Teolojik bakış yanında iktisadi bakış, siyasal bakış yanında sosyolojik bakışı da ihmal etmemek gerekir. Ve bu olup biten şeylerin sadece İsrail’in gücü veya ona destek veren batılı güçlerin bir kazanımı olmadığını aynı zamanda mevcut elli yedi müslüman ülkenin kendi iç barışını ve kendi dünya görüşünü tam olarak taşımakta gösterdiği zaaf olduğunu açıkça görmeliyiz. Müslüman Dünyada iktidarla halk arasındaki çatışmanın barış ile tamamlanmadığı her tarih diliminde İsrail, yeni bir müslüman toprağı kendi topraklarına katmaktan imtina etmeyeceği gerçeğini de idrak etmeliyiz.
Müslüman Dünyada bir uyanış ve diriliş dinamiği olarak ‘Müslüman Kardeşler’ Hareketi, son yıllarda ciddi saldırılar altında kaldı. Arap Baharı ise Müslüman Kardeşlerin tükenişini sağlama konusunda önemli bir zemin olarak kullanıldı. Olup bitenleri daha akl-ı selim bir şekilde düşünmeye başladığımızda İslam’ı temsilen seçilen Müslüman Kardeşler, bitirilmeye yönelik her yönden saldırılara maruz kalması ise 1990lı yıllarda başlayan İslam Yeni Düşman’dır konsepti ile birlikte başlamıştır. Benzer bir durum Türkiye’deki İslami Hareketlere yönelikte başlamıştır. Saldırıların illa şiddet içerikli olmasını gerektirmez! Dejenerasyon, hareketi yolundan saptırmak, yeni imkânlar sunarak onu kendi stratejisinden uzaklaştırmak, iktidar sunarak mevcut ile yumuşak ilişkiler geliştirerek hareketi kendi yolundan vazgeçirmek ve sosyolojiyi dönüştürmek gibi hamleler de buna dâhildir. Yani Daiş ile başlayan şiddet gösterileri, bizde Müslüm Gündüz ve benzerleri üzerinden gerçekleştirilenler. Ali Kalkancı ile devam eden ve daha sonra Mahmut Efendi cemaati içinde gerçekleştirilen öldürmeler vesaire ile Milli Görüş hareketinin iktidar olma arzusu ile başka sivil ve siyasi güçlerle ittifak denemeleri ile Ak Parti ile gerçekleşen yeni sosyolojik denemeler hep İslami Hareketlerin dönüşümü bağlamında yeniden okunmayı hak etmektedir. Bir avuç azınlığın dışında bugün Filistin davasını destekleyen ve sokağa çıkan kimse kalmadı. Son eylemlere katıldığım halde bu can sıkıcı durumu yaşamak acı vermektedir.
Gazze, Müslümanların dağınıklığının neye mal olacağını göstermesi açısından acı bir deneyim olarak önümüzde durmaktadır. Kendi iç barışını sağlamayan bir yapının dış saldırılar karşısında güvenlikli bir konum elde etmesi beklenmemelidir. Bu yüzden, ümmet olma bilincinin yeniden devreye girmesi elzemdir. Ulus Devlet sınırlarının güvenlik kaygısı ile orantılı bir gerçekliği olmakla birlikte modern dünya iktidarı karşısında Müslümanları zaaf içinde bırakan bir duruş olduğunu da açık yüreklilikle belirtmeliyiz. Avrupa birliği söz konusu ise İslam Ülkeleri birliği de söz konusu olmalı ve bunun itikadi bir mesele olduğunun izharı da şarttır. Müslümanlar kardeştir emri ilahi fermanının siyasal bir vücut olarak varlık kazanması, Müslümanların modern iktidar karşısında zafere ulaşmasını sağlayacaktır.
Önce Müslümanların kendi iç sorunlarını kendi bilgi süreçleri içinde keşfetmeleri ve onları sağlıklı bir zeminde yeniden kurmalarını sağlamaları elzemdir. Bu noktada klasik İslam bilgi sistemini yeniden ihya etmek ve bize sunulan her bilginin bu İslam Bilgi sistematiği içindeki konumu üzerinden bir değerlendirmeye yönelmek elzemdir. Müslümanlaşmayı temel bir ilke olarak görmeyen bir halk ve iktidar kendi iç barışını sağlama konusunda da yeterli adımları atmaya güç yetiremeyecektir. Tabii ki öncelikle bu durumun farkındalığına entelektüel müslüman kesimin varması elzemdir. Mesele bilgi zemininde çözüme kavuşturulduktan sonra diğer sorunları bu yeni bakış üzerinden ele alarak çözüme kavuşturmak daha kolay olacaktır. Önceliğimiz, müslüman olmak, ama kitap icma ve sünnetin tarif ettiği müslüman olmak… Yoksa modernliğin etkisindeki bir Müslümanlaşma çabası, son iki yüzyılın heba olması gibi bu yeni zamanlarında heba edilmesine zemin oluşturmaktan öte bir karşılığı olmayacaktır.
İslam, bir ferdin kurtuluşunun yanında bir kavmin, milletin, ümmetin kurtuluşunu eş değer görmektedir. İkisi birbirine feda edilecek şeyler değildir. Fert değişmedikçe toplum değişmez, toplum değişime uğradıkça yeni fertler bu değişime doğacakları için toplumun temel dinamikleri sağlam olacaktır. Bu döngüyü yakalamak ve yaşamak için Allah’ın inayetine talip olmak ve bu inayete mazhar olmak elzemdir. Çabalar bu zemine yaslanmalıdır.