Musa'nın Âsâ'sı
MUSA'NIN ÂSÂ'SI
Büyülü bir dünyada yaşamanın bütün aymazlıklarına tanıklık ediyoruz… Büyülenmiş insanların kendilerini özgürlük deryasında sanmalarına rağmen, köle pazarlarında satışa sunulduklarının farkında bile değiller… İnsanlara söylenen her sözün aldatmaya matuf bir hamle olduğu gerçeği ise pek anlaşılması beklenmeyen bir durumu işaret eder durur…
Büyü, gözleri kararttığı gibi yanlış yönelime sahip olmasına neden olmaktadır. Hakikati gerçek, doğruyu yalan gibi algılayarak farklı bir mecraya, kendisi olmaktan uzaklaşmaya neden olacak bir yaşam biçimine sıkı sıkıya sarılmaktan kendini alamamakta insanoğlu… Uyarıları kendi aleyhine algılayan insan, kendisini aldatma pozisyonuna güçlü bir destek sunmaktadır.
Bilim, felsefe ve akıl vurgusu sadece aldatmaya matuf bir bakışı mantıklı ve insan yararına olduğuna inandırmaya yaramaktadır. Özellikle batı dışı toplumlarda bilim ve felsefe vurgusu yanında akla yapılan göndermeler de içinde var oldukları kültür kodlarından uzaklaşmaktan öte bir şeye yaramamakta ve kendi ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini batılı kapitalist elit bir kesime sunmaya yaramaktadır. Kendi kültüründen kaçan ve yeni kültüre adapte sorunu yaşayan yurdum insanı ise şaşa kaldığı bir akıl tutulması ile ne yapacağını öngörmede ciddi sorunlar yaşamaktadır.
Büyülenmiş bir ülkenin aydın ve entelektüellerinin çoğu büyünün tesiri ile halkın temel değerlerinden uzaklaşmış, onlara kendilerine yabancılaşacağı batılı değerleri sunmaktan keyif almaktadırlar. Bu halin kendisi, ülkenin bir çıkış yolu arayışındaki handikabı ve sorunu açıkça göstermektedir.
Bir kültürün idamesinin tarihsel süreklilik ile bağıntılı ve bağlantılı olduğu gerçeği bir yana, kültürün kendi tarihsel tecrübesi ve insan karakteri üzerindeki etkisini dikkate almadan yeni bir kültüre yelken açmanın aymazlığı başka bir sorunsal alan olarak önümüzde durmaktadır. Batılı değerler ile hemhal olmuş ve batılı olmayan tek bir ülke ve halk gösteremezsiniz ki derin bir yaradan azade olsun… Modernleşme arayışlarının oluşturduğu ruhsal hastalıkların hem batıda ve hem de batı dışı toplumlarda yoğunluk kazandığı istatistikî olarak ispat edilebilir.
Müslümanların kendi tarihsel tecrübesinden elde edeceği, hem insana ve hem de diğer yaratılmış varlıklara yönelik barışçıl ve merhametli yaklaşımı ise batılı tarih okumaları üzerinden yeniden tarihi biçimlendirme girişimi olan siyasal bir okumaya tabi kılarak, Müslümanların birbirleri ile hep savaştıklarını ve şiddet yanlısı olduklarına dair genel kanaate gönderme yapılmaktadır. Hâlbuki sadece cumhuriyet kurulduktan sonra bile, Anadolu insanının birlikte açlığı paylaştıkları gibi birlikte yaşamayı sürdürdükleri ve birlikte kendi kültürlerini de devam ettirmeyi başarmışlardır. Ama içerden devşirilmiş batılılaşmış aydınlar eliyle insanlar kendi kültürlerine ihanet eder durumuna düştüler ve ondan sonra bir türlü sosyal barışı sağlamak mümkün hale gelmedi. Bugün bireyselliğin ön plana çıkması, kendi çıkarını önceleyen kişilerin varlığı ve elit olma arzusunu gerçekleştirme adına her şeyden vazgeçebilecek kişiliklerin varlığı tam bir çıkmazı göstermektedir. Konunun uzun tarihsel bir seyri olmakla birlikte içerden devşirilen kişilerin, modernleşme yanlısı olarak işlevsellik göstermeleri, özellikle de bugünlerde yine müslüman entelektüellerden devşirilmiş, bilim, akıl, felsefe yanlısı kişilerin müslüman zihne yaptığı tahribatı görmezden gelmek, kendini unutmuşluğun girdabında bulmaktan öte bir işe yaramaz!
Din ve ahlak üzerine bir şey söylediğinizde hemen itirazlar yükselir! Ama ‘şurada müslüman biri şunu yaptı’, ‘orada bir müslüman bunu söyledi’ gibi ipe sapa gelmez meseleler din ve ahlaka dair olumlu göndermeye itiraz sadedinde gündeme gelir. Hâlbuki en temel şey; din ile müntesibi arasındaki bağ zorunlu bir bağ değil gönüllü bir bağa tekabül eder. Müslümanların yaptığı hataları dine/İslam’a mal etmek en küçük bir payda olarak aymazlık ve bir adım ötesi ise taammüden dine/İslam’a düşmanlıktan öte bir yere çıkmaz!
İçinde yaşadığımız büyülü dünyada dine ve ahlaka yer bırakılmamaktadır. Müslümanlar ise bu büyülü ortamı aşarak kendileri olma ve kendi ahlaklarına tanıklık edecek bir vasata sahip olmada yetersiz kalmaktadırlar. Dine ve ahlaka yönelik saldırıların bilinçli ve her türlü alet ve tekniği kullanmada ustalaşıldığı görülmektedir. Buna rağmen, bu duruma dur demenin bir yolunu ve yordamını bulmak ise müslüman şahsiyetler için en büyük sorumluluk olarak önlerinde durmaktadır.
Bilinmektedir ki, Musa (as), Firavun ve toplumuna gönderildiğinde Firavun’un iktidarını koruyan büyücü ordusu vardı. Bu büyücüler iktidardan nemalanarak Firavun iktidarına destek vermekteydiler. Musa, onlara ilahi bir haber ile gönderildiğinde önce ne yapacağını bilememenin acizliği içinde kendisine Harun kardeşini yardımcı kılması için dua etti. Bu bocalamada sihrin her alanda güçlü bir hipnoz ağı oluşturduğu ve bu büyülü ortama hakikati söylemenin zorluğu karşısında Musa (as) duyduğu gerilimdi. Sonra tebliğ için Firavun’a gittiğinde hemen büyü üzerinden hesaplaşmaya yönelik bir adım atıldı. Musa, gitti ama ne yapacağını bilmesine rağmen bir ürkekliği de içinde taşıyordu. Firavun’un sihirbazları elindeki alet ve edevatları atarak kendi büyülerini icra ettiler. Her biri bir şeye dönüşerek korku üreten bir mekanizma oluştu. Rabbi Musa’ya elindeki Asa’yı at yere dedi… Musa Asa’yı attığı zaman o sihirbazların attığı alet ve edevatların oluşturduğu büyü bozuldu. Onların hepsini asli hüviyetine dönüştürdü Asa… ‘Büyücüler, hemen secdeye kapanarak, Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik’ dediler. Firavun, ben izin vermeden mi, diyerek onlara büyük bir ceza verdi.
Bugün sosyal medya, kültür faaliyetleri, sanat, eğlence sektörü ve benzeri birçok olay büyücülerin yaptığını yapıyor; insanları büyülü bir ortama çağırıyorlar ve onları büyülendiklerinden habersiz bir yönlendirmeye tabi kılarak onlar üzerinden kendi iktidar alanlarını oluşturmaya devam ediyorlar. Meselenin bir iktidar meselesi olduğu bugün de apaçıktır.
Bu büyülü ortamın dışında kalan birinin dışarıdan büyülü bir ortam demesinin fazla bir işlevselliği yoktur. Çünkü o ortamda büyülenmiş kişi için, dışarıdan söylenmiş büyülü kavramının bir karşılığı yoktur. Tam tersi, muhatabı büyülenmiş olarak görme gibi bir hastalık söz konusu olmaktadır. Aslında bugün sosyal medya üzerinden veya dost meclislerinde bu durumu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz… Batılı değer yargılarına ve kültürüne yönelik bir eleştiri yaptığınızda hemen karşı saldırıya geçilerek, ‘ama bugün din bugünün sorunlarına bir çözüm üretmemektedir’, diyerek cevap vermektedir. Söylediği şeyin neye tekabül ettiği konusunda bir fikre sahip olduğu konusunda ciddi şüpheler bulunmaktadır. Çünkü bu söz eğer kendini müslüman olarak görüyorsa onu müslüman olmaktan çıkaran bir sözdür. Eğer din, bugünün sorunlarına çözüm üretemezse işlevini yitirmiştir ve bir sorumluluk alanı üretmekten de vazgeçtiği anlamına gelecektir. O zaman ibadet ve muamelat konusunda aklın söylediğini yapmaktan öte bir çare kalmaz! Bu tutum ise Allah’ın dini olan İslam için söz konusu bile edilemez! İslam çağlar üstü olduğu gibi ahrete uzanan bir yaklaşımı var. Hesap günü, sorumluluk yükleme ve mükâfat ile ceza gibi temel yaklaşımları her insanı bağlar. Ama büyülü halin kendisi, bütün bunları unutturmakta ve sanki bambaşka bir dünyada yaşıyormuş gibi ağzından kelimeler dökülmektedir. Ama bu dökülen kelimelerin o büyülü ortamın ona sağladığı zeminden hareketle öğretilmiş sözler olduğunu belirtmekte yarar var.
İşte bu noktada bugün bize Musa’nın Asa’sı şarttır. Bu Asa, büyüyü iptal edecek ve gerçeği açığa çıkaracak bir zemini inşa edebilir. Asa, en temel özelliği ile bir mucizeye aracılık etmesidir. Yani ilahi kudretin bir yansımasıdır. O zaman Asa sahibi olmanın yolu, ilahi kudreti celbedecek bir düzlemin inşa edilmesi şarttır. Asa Musa’ya verilmiştir. Bugünün Müslümanları da Asa’yı alacak bir zemine sahip olmanın psikolojik vasatına ve eylemsel zeminine sahip olmalıdır. İlahi yardımı celbedecek ameller ve niyetler ile çaba ve gayreti göstermek zorunluluğu Müslümanları harekete geçirmelidir.
Bugün bu büyüyü bozacak olan şey; mevcut kurulu sosyal gerçeklik zemininin alternatifi olabilecek yeni bir sosyal gerçeklik zemini kurmaktır. Bu yeni sosyal gerçeklik, müslüman ahlakının ve değerlerinin bizatihi somutlaştığı bir zemin olmalıdır. Öyle bir Müslümanlık hali ortaya konmalı ki örneklik düzleminde yeni bir sosyal gerçekliği inşa ederek, büyülü haldeki sosyal gerçekliğin örtüsünü üstünden kaldırarak ‘kral çıplaktır’ dedirten cinsten bir gerçekliğin gözlere açık hale getirilmesini zorunlu kılar. Musa’nın Asa’sı işte bu yeni ama müslüman ahlakına, adabına, ameline uygun bir sosyal gerçekliktir. Tekil zeminde yaşanan Müslümanlık, tikel bir durum olarak öne çıktığı için gözlerden ırak tutulabilir. Ama toplumsal bir gerçeklik zemininde kurulan sosyal gerçeklik gözlerden ırak tutulamaz bir olguya dönüşerek büyüyü bozacaktır.
Bu durumun gerçekleşmesi için ise; seçilmişliği hak eden tutumları ile birlikte cemaat olmuş Müslümanların ilahi yardımı da celbederek her türlü büyüye karşı hakikatin temsilciliğini yapmaları olacaktır. O zaman o örneklik, başka insanların da uyanmalarına neden olacak ve giderek büyüyen bir çığ gibi büyüyü ezip geçecektir.
Nübüvvetin örnekliğinde ve önderliğinde yeni bir örneklik ve önderlik ihdas ederek bugünde de müslüman bir ahlakın güçlü bir şekilde var olacağını tanıklık düzeyinde inşa edilmelidir. Çıkış bu öncülük ve örneklik üzerinden sağlanır…
Kendini bir şey sanan insanların bunu yapma gücü bulmaları ise imkansızdır…