LGBT ve Hak İle Eşitlik Kavramları Arasındaki İrtibat

Abdulaziz TANTİK

LGBT VE HAK İLE EŞİTLİK KAVRAMLARI ARASINDAKİ İRTİBAT
Toplumsal Cinsiyet terimi ile illüzyonist bir hava oluşturarak eşcinselliği bir hak mevzuu kılmak ve eşitlik kavramının illüzyonist baskısı altında normalleştirerek hayatın rutin bir parçası haline dönüştürmek için çok büyük meblağlar harcanarak sonuç elde edilmeye çalışılmaktadır.

Önce Feminist hareketler üzerinden kadın erkek eşitliği denilerek büyük bir mesafe kat edildi. Feminist felsefe ve söylem içinde toplumsal cinsiyet meselesi gündemleştirildi. Bugün feminist yazarlar, LGBT meselesini en güçlü şekilde savunmaya devam ediyorlar. Hatta insan sonrası dünya ve bilgi gibi temel konularda kalem oynatanlarda yine onlar… Hikâye ise eşitlik kavramının büyülü ortamından istifade ederek durumu rutinleştirmektir. Bu konuda filmler, çocuk oyunları, diziler vesaire bu işi normalleştirmenin aracı kılınmaktadır.

Fakat meseleye bakışta ciddi sorunlar oluşturulmaktadır. İşte bu sorunları doğru kavramak ve bir çözüm yolu bulabilmek içinde modernleşmeci çizginin taşıdığı kavramsal şemanın uzayını ve uzamını doğru okumak elzemdir.

Eşitlik kavramının uzamı, yaratılmış her varlığın eşit olduğu ve haklar konusunda da eşitliği sağlamanın elzem olacağıdır. Bu düşünceyi savunanlar, yapay zekâ üzerinden insan sonrası dünyanın varlığını kesinlemeye çalışırken onu doğallaştırma ve normalizasyona tabi kılarak meşrulaştırmaktadırlar. Hak mevzuunu modernliğin çizdiği sınır içinde tanıdığınız andan itibaren o çizginin öne çıkardığı her varlık türü içinde geçerliliğini kabullenmek zorunda kalırsınız. İşte toplumsal cinsiyet hikâyesi üzerinden ‘oğlancılığı’ ve ‘lezbiyenciliği’ bir hak kategorisine alarak, büyük bir propaganda eşliğinde normalleştirme girişimleri sürmektedir. Şu anda LGBT üzerinden meşrulaştırma çabaları son sürat devam ediyor. Ellerinde iki temel kavram ile: Hak ve Eşitlik…

Her iki kavramın evrensel olarak kodlanması, ama hiçbir zaman reel hayatta bir karşılık bulmaması ama bu iki kavramın asimetrik her olayda anahtar rol oynamaya devam etmesini sağlıyor. Mesela; hiçbir zeminde patron ve işçi eşit olamamaktadır. Yöneten ve yönetilen eşitlenememektedir. Ama söz konusu cinsiyet olunca; hemen üçüncü cinsi devreye koymaya hak ve eşitliği örnekleştirerek savunmaya güçlü bir şekilde destek verilmektedir.

Bu iki kavramın serencamı; ilk çıkış itibarı ile Kilise ve otoritesine karşılık, bilim adamlarının otoritesini eşitleyerek yeni bir yaşam formu oluşturma çabaları öne çıkarıldı. Sonra Kilisenin mülkiyet hakkını yerinden etmek adına mülkiyetin hak ve eşitlik bağlamında evrenselleştirilmesi ile kilisenin hegemonik yapısını, hem mülk ve hem bilgi bağlamında tekelini kırmaya yaradı… Sonra bu eşitlik üzerinden bir eşitsizlik hikâyesi uydurularak, modernleşmemiş toplumların, kültürlerin sömürülmeye ve modernleştirilmeye hak kazandıkları vurgusu ile kendilerine meşruiyet alanı inşa ederek, kendi vicdanlarını rahatlatarak, Afrika ve Asya ülkeleri yanında Latin Amerika ülkelerini de sömürülmeye açık hale getirdiler. Sömürmek, hak ve eşitlik uğruna yapılmaya devam ederken, modernleştirme arayışları da sürdürülmeye devam ediyor.

Böylece hak ve eşitlik kavramları bir taraftan kilise hegemonyasına karşı bir üstünlük aracına dönüştürülürken, diğer taraftan ise modernleşme dışında kalan kültür ve halkların sömürülmesine de zemin olmaktadır.

İşin daha garibi ise, Müslümanların zihin dünyasında bu iki kavramın oluşturduğu tahribat üzerinden, LGBT gibi temel sapkınlıklar, meşrulaştırılmaya başlanmıştır. Bundan on yıl önce Fatih’te otururken, bazı arkadaşların eşitlik ve hak kavramları üzerinden toplumsal cinsiyet meselesine olumlu yaklaştıklarını gözlemlemeye başlamıştık. Süreç bu arkadaşları seküler bir zihne doğru kaydırırken, Müslümanlara yönelik alaycı ve aşağılayıcı tavırlarını da sürdürmelerine neden olmaktadır. Yani kavramlar üzerinden tuzağa düşen her insan, hangi kültür evrenine sahip olursa olsun, eğer bu kavramlara itiraz edemez ve kavramın oluşum niyetini gözden kaçırırsa gönüllü destekçi konumuna yükselmek durumunda kalmaktadır.

Şu anda ise bu durum kanıksanmış durumda, müslüman ailelerde de bu durum normale kavuşmuş, kendi çocuklarını kurtarma yerine olduğu kabul etme psikolojisi yerleşmiştir. Sadece psikolog tanıdığınız varsa onlara bu meseleyi sormanız yeterli olacaktır. Durum tam bir fecaat arz ediyor. Ama kimsenin umurunda değil! Umurunda olanların tepkiselliği ise meseleyi kendi olağan bağlamı içinde idrak edilemediği için sadece meşrulaştırmaya yarayan bir pozisyon üretmekte öteye gidemiyor.

İlk yapılması gereken şeyin kavramların evrensel bir anlama haiz olamayacaklarını öğrenmek olmalıdır. Hiçbir kavram mutlak anlamı itibarı ile evrensel bir ölçeğe sahip olamaz! İstisna asli kural koyucu olarak varlık alanında mevcudiyetini muhafaza etmeye devam ediyor. Müslümanlar ise bu istisnai durumun ilkesel düzlemde neye tekabül edebileceğine dair bir bakış geliştirmekte yavaş ve yavan kalmaktadırlar. Sistematik bir düşünce geliştirmek en önemli sorumluluk alanı olarak önümüzde durmaktadır.

Kavramlar üzerinden inşa edilmiş sapkınlıklar ancak yine kavramlar üzerinden iptal edilebilir. Kurulmuş sosyal gerçeklikler ise ancak bir başka sosyal gerçeklik tarafından alaşağı edilebilir. Bu durumda yirmi sekiz şubat sonrası Müslümanların zihin dünyasında meydana gelen paradikmatik değişimi iyi okumakta yarar var. Modernleşmenin meşruluk kazandığı her alanda modernleşmenin öne sürdüğü ve çıkardığı her konu süreç içinde kendi meşruiyetini oluşturacak güce sahip olabilmektedir. Bu yüzden modernleşmenin kendisini hem zihinsel kodları bağlamında ve hem de kavramsal düzlemde eleştiriye tabi kılınarak yeni bir dünyanın mümkün oluşunu sunmak tek çıkar yol olarak kalmaktadır.