Küresel veya Bölgesel Savaş Kapıda...

Abdulaziz TANTİK


Sesli Makale Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
İsrail’in Lübnan’a karadan girişi ile başlayan bölgesel savaş, giderek tırmanacak gibi görünüyor. Sınırlı bir kara harekâtı açıklaması, kendilerine yöneltilecek tepkiyi asgariye indirerek yapmak istediklerini yapmaya yönelik bir hamle olarak değerlendirilmelidir. ABD ve Şürekâsı ise bu harekete sessiz durarak aslında yanında yer aldıklarını belirlemiş olmaktadırlar. İran üzerindeki baskıyı artırarak İran’ın müdahil olmasına yönelik baskı işe yaramakta ve Gazze’de Hamas nasıl yalnız bırakıldı ise Lübnan’da da Hizbullah şimdilik yalnız bırakılmış durumda… Yemen’de Husi’lerin arada İsrail’e yönelik saldırılarının bugüne kadar ciddi bir sonucu oluşmamıştır.   İster buna Arz-ı Mev’ud deyin ister Ortadoğu’nun yeniden şekillenişi olarak değerlendirin, durum değişmiyor. Müslüman ülkeler sessizce kendi kaderlerini bekleyen kurbanlık koyun gibi durmaktadırlar. Hâlbuki bölgenin bütün ülkelerinin topraklarının kendilerine Tanrıları tarafından bağışlandığını söyleyen bir İsrail iktidarı ve bunu destekleyen ABD ve Avrupa ülkeleri ortada duruyor. Müslüman ülkeler ne yapıyor peki? Öylesine duruyorlar. Ne bir toplantı, yapılan toplantılarda ne adam gibi uygulamaya dönük bir karar ve ne de ne yapılacağını belirgin kılacak bir liderlik söz konusu…   Müslümanların kendi iç çekişmeleri yanında tarihsel mezhep çatışmalarının gündeme taşınması da ayrı bir olumsuzluk olarak ortada durmaktadır. İç çatışmalar yüzünden yüz yıl önce sınırlar batılı güçler tarafından çizilmişti. Bugün de iç çatışmaya yönelik olgusal durum yüzünden, bir araya gelememe hali ve birlik içinde karşı cepheyi oluşturamama iradesi yüzünden yeni çizilecek sınırlara razı bir iktidar olgusu var! Türkiye kendi sesini yükseltmesine rağmen, yeterli desteği ve tepkiyi elde edememektedir. Ama şimdiden Suriye içlerine yönelik hava saldırıları ve muhtemelen, Lübnan’da elde edilecek bir başarı sonrası Suriye içlerine yönelik bir kara hareketi de beklenmelidir. Türkiye, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerin tümünde yeni bir harita değişimi dolaşımda zaten! Buna rağmen, sanki hiçbir şey olmuyor gibi her ülke sessizliğini korumaya devam etmektedir. Bu konuda daha Gazze işgalinin başlarında yaptığı; oturun oturduğunuz yerde, eğer ayağa kalkarsanız, sizi koltuklarınızdan indiririm, tehdidi mi belirleyici oluyor? Eğer bu tehdit belirleyici ise durum daha da zorlaşacaktır demektir.   İran iç karışıklığını giderme konusunda zaaflar taşımakta, Türkiye ise kendi iç barışını sağlama alma yolunda emin adımlar atmaya çalışsa da düşman boş durmamakta ve içerden satın alınan hainler aracılığı ile sürekli iç kamuoyunu çatışmaya yöneltecek bir şeyler bulunabilinmektedir. Cami saldırıları, Suriyeli mülteciye saldırarak katledilmesi, yedi kişiye yönelik yapılan bıçaklı saldırı gibi unsurlar iç barışı tehlikeye atmaya yönelik refleksler olarak okunmalıdır. Eğer bu konuda ciddi çalışmalar yapılmazsa, devamı geldiğinde ne olduğunu anlamadan bu toplum çatışmaya yönelebilir. Sürekli bunun propagandası yapılmaktadır. Belki de işin en olumlu tarafı, bu millet, buna şerbetli ve daha önce bu durumlara düşmeme hassasiyeti göstermişti. Ama yine de tetikte olunmalı ve bir iç çatışma maalesef bu topraklarda ciddi bölünmeleri de beraberinde taşıyabilir. Bu yüzden Türkiye ve İran gibi bölgesel güçler öncelikle kendi iç barışını muhafaza edebilmeyi başarmalı ve birlikte hareket etmeyi sağlayacak bir sağduyu üzerinden uzlaşmalıdırlar.   Yüz yıl öncesinden ortaya konan ideolojik yaklaşımlar, düşünceler ve hareketlerin bugün açısından bir karşılığı kalmamıştır. Soğuk savaş dönemi sonrası geliştirilen liberal müslüman düşüncenin de bugün açısından bir karşılığı bulunmamaktadır. Çünkü liberal batılı değerler Gazze katliamı ile kendi sonunu hazırlamış ve artık bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. İşte bu noktada Müslümanların bir arada duracağı yeni bir bakış ve düşünceye ihtiyaçları vardır. Ümmetin birliğini savunan, onların birlikte hareket etmesini sağlayacak ve kökü kendi dini ahkâmın kendisinde bulunan değerlerle hareket ederek yeni bir şuur ve hareket etme biçimi açığa çıkarılmalıdır.   Paramparça olmuş bir Ortadoğu’da artık yeni bir düşünce ve harekette işlevsiz kalabilme zeminine maruz kalabilir. Bu yüzden, hemen şimdi ve her hareket, cemaat, vakıf, dernek, parti vesaire kendini gözden geçirmeli, eleştirel yaklaşım üzerinden kendi hatalarını kendisi tespit etmeli ve bu büyük harekete nasıl bir katkı sunacağını da kendisi belirlemelidir. Yoksa tufan, Müslümanları beklemekte ve çoluk çocuk, kadın, kız, kızan demeden herkesin katledildiği bir olguya maruz kalınacaktır.   Gazze katliamının başlangıcında cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Gazze İstanbul’un işgaline karşı direniştir’ derken ne kastedildiğini bugün daha net anlamak mümkündür. Suriye işgali artık sınır komşusu kılmak anlamına gelir. Hem Kıbrıs, hem Yunanistan yakın sınırlarında, adalarında yerleşmiş güçler, Karadeniz ve doğu Akdeniz gibi birçok alanda saldırıya açık bir halde bulunduğumuzu unutmayalım…   Bu noktada korkmak yerine, cesaretle, ortak paydaşlar bularak birlikte karşılık verecek bir zemini inşa etmeye çalışmak elzemdir. Basiretle ve geçmişte kalması gereken çatışma alanlarını bir tarafa bırakarak ama samimiyetle ve kendi önlemini alarak bu birliğe olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Tek başına direnme ve kendini koruma giderek zorlaşmaktadır. İç bölünmeyi engellemek ve tarihsel müktesebatımıza yeniden sahip çıkmanın mümkün olduğu bu yeni vasatı doğru değerlendirerek karlı çıkmayı sağlayacak bir akla ve hareket kabiliyetine ihtiyaç vardır.   Gazze hala düşmedi ve bizim orada yapabileceğimiz bir şeyler olmalıdır. Lübnan’da Hizbullah direnmeye çalışacaktır ve bizim orada da yapabileceğimiz bir şeyler olmalıdır. Siyasi adımların atılmasını beklemek, büyük zaaflara yol açabilir. O yüzden bir an önce siyasal adımların atılması sağlanmalıdır. Çıkar kesişimi üzerinden Rusya ve Çin ile bu çerçeve içinde yeni bir politik alan oluşturma girişimlerine başlanmalıdır.   Her müslüman ülkede halk ile iktidar arasındaki sorunlar çözüme kavuşturulmalı ve bütünlüğü sağlayarak düşmanın iç çatışma imkânlarını ortadan kaldırmak elzemdir. İstihbarat servislerinin yapacağı tahribatı dikkate alarak bu alanda yeterli bir çabayı ve önlemi ele almakta gecikmemek gerekir.   Eli kalem tutan, düşünen ve konuşan her kesin bütünlüğe yönelik bir refleks üretmeye çalışması bir sorumluluktur. Parçalanmaya yönelik her hamle zaafa uğratır ve yenilgiyi mukadder kılar. Zafer için gereken, sağduyu, akıl, stratejik akıl, planlama ve bütünlüğü, birliği sağlamaktır.   Calut kıssasında Calut’un ordusu karşısında kalan bir avuç azınlık; “Biz nice azınlıkların nice çoğunluklara Allah’ın izni galebe çaldığını bilmekteyiz” dedikleri gibi ilahi yardımı ve inayeti sağlayacak bir tutumu ve davranış kalıplarını da dikkate alarak hareket etmeyi sağlamak zaferi beraberinde taşıyacaktır. Müslüman iman edendir, imanı ise Allah’a güveninin sonsuzluğunu taşır. Korkmaya değil, hataya düşmekten sakınmaya ihtiyaç vardır.