Klişe Algıya Dair…

Abdulaziz TANTİK


Klişe derken kastettiğimiz şey mecaz olarak ifade edilen şeydir: Basmakalıp söz ve görüş…

Yaşamımızda basmakalıp söz ve görüşler her dönemde olmakla birlikte, bugün çok daha fazla olarak gündemimizde bulunmaktadır. Klişe, bir baskı uygulanarak elde edilen şeydir. Bu baskı, yönlendirme ve bir yöne sürükleme bağlamında, özellikle de sosyal mühendislik faaliyetinde etkin bir kullanıma sahiptir.

Modern dönemde klişelerin bu kadar yaygın kullanımının nedenlerinden biri; propaganda aracılığı ile ulaşılacak bir iktidar sahibi olma, ya da her hangi bir alanda iktidar alanı oluşturma konusunda sağladığı kolaylıktır. Reklam üzerinden elde edilen fayda ve bunun kişisel yarara yansımaları da ayrı bir isteklendirme sağlamaktadır. Klişe her zaman işlevsel bir özelliğe sahiptir. Bu özelliği sayesinde ise sosyal mühendislik bağlamında işlevini çok iyi yerine getirdiğinden dolayı fazla bir rağbete mazhar olmaktadır.

Örneğin, İslam düşüncesi bağlamında bir yargıyı haklı çıkarmak isterseniz, çok popüler hale getirilmiş yargılardan istifade edersiniz. Zaten o yargının popüler olmasını sağlayan da sizseniz, bu çok daha kolay bir zemine kavuşmaktadır. ‘Gazali, İslam Düşüncesini duraklatmıştır.’ Bu yargı ne kadar çok kabule mazhar olmuştur, değil mi? Neredeyse her ilahiyat öğrencisi bu klişe yargı üzerinden hareket eder. Son zamanlarda buna aykırı görüşler öne çıksa da hala bu yargı işlevsel bir özelliğe sahiptir. İslam düşüncesi ile ilgilenen birçok kişi bu yargıyı kesin doğru gibi algılar.

Meseleye biraz daha derinlik katalım: Gazali sonrası, Sühreverdi, İbni Arabî, Fahrettin-i Razi gibi şahsiyetler ki on ikinci yüzyıl, on üçüncü yüzyıl gerçekten İslam düşüncesinin olgunluk zamanlarını işaret eder. Peki, niye Gazali için İslam düşüncesini durdurmuş yargısı ortaya konmaktadır. Burada bir hesap yatmaktadır. Gazali, kendisine kadar gelen düşünce geleneğini yeniden ele alarak İslami bilgi sistemi içinde felsefe, tasavvuf ve aklı yeniden tanımlamış ve fıkıh, kelam ve ahlak üzerine derinlemesine bir düşünce oluşturmuş, bu düşünceyi de İslami bilginin kendi sistematiği içinde geliştirmiştir. Yani dışarıdan etkileşimi kendi sistematiği içinde temellendirmiştir. İşte Gazali düşmanlığının nedeni budur…

Gazali sonrası hem Hıristiyanlık düşüncesi ve hem de Yahudilik düşüncesi kendisini yeniden inşa etmişlerdir. Düşünce tarihine bakıldığı zaman bu durumun ayrıntılı bir bakışını görmek mümkündür. Bilimlerin en çok geliştiği tarihlerde Gazali sonrasına tekabül etmektedir. Hatta İtalya rönesansına etkisi babında ele alınan tarihlerde Gazali sonrasına ve İran merkezli ilim havzalarında gerçekleşen eğitim sayesinde açığa çıkmıştır. (Bu konuda  Bilim Tarihçisi olan İhsan Fazlıoğlu’nun o yıllara dair görüşleri takip edilebilir.)

Modern dönemde üç şahıs eleştiri konusu yapılmaktadır: Şafii, Eşari ve Gazali… Her üçü de kendisinden sonra ciddi bir etki bırakmışlardır. İçinde var oldukları İslam düşünce geleneğini sistematik hale getirmeleri, yabancı etkileşimden ve unsurlardan temizledikleri için saldırı konusu yapılmaktadırlar. Çünkü o zaman İslam Düşüncesine yönelik modernleştirmeci bir görüşün dayanağını oluşturmakta zorlanmaktadırlar. İslam düşüncesini değişime açık hale getirmekten uzaklaştırdıkları gibi kendi kendisine yeterli bir yapıya kavuşturmaları da özellikle önemini göstermektedir. İşte bu yüzden oryantalist yaklaşım bu üç isme saldırmakta ve onları olumsuzlayarak etkilerini yok etmeye çalışmaktadırlar. Oryantalistler ile çalışmış, yerli oryantalistlerin bu üç isme tepkisi aynı zemine dayanmaktadır. İslam düşüncesine yönelik saldırı bilindiği gibi önce hadis üzerine ve hadis ilimlerine yönelik tahfif edici tutumlar ile gündeme taşınmıştır. Sonra sünnet üzerine tartışmalar yapılmaya çalışılmıştır. Nebevi örnekliği ortadan kaldırarak, yorum üzerinden dilediği gibi dini düşünceyi anlama ve biçimlendirme arayışı güçlü bir şekilde açığa çıkarılmıştır. Neredeyse İslam haricindeki bütün düşünceleri modernleşmenin kalıpları içine almışken, İslam ve ona dayalı düşünceyi bir türlü ele geçiremeyenler, işte bu üç isme saldırı gerçekleştirerek yeni bir düşünce zemini elde etmeye ve oradan da İslam düşüncesini diledikleri gibi biçimlendirmeye çalışmışlardır. Müslüman aydın ve entelektüelleri de bu zemine taşıyarak yeni mutezile akımını da bu işin içine çekmişler, entelektüel zeminde ve yayın gruplarında bu konu işlenmiş ve tutarlı bir doğru imiş gibi klişeleştirilmiştir.

Mesele sadece bununla sınırlı kalmamış, eğitim, öğretim, kültür ve siyasal alan ile birlikte hukuki değişimleri de başlatarak, dayatarak Müslümanları kendi düşünsel geleneklerinden uzaklaştırmayı başarmışlar. Eski nesli değişime uğratamasalar bile süreç içinde yeni nesli değişime razı etmişlerdir. Bu rızayı sağlayan her türlü kredibilite oyunları da cabası olmuştur.

Modernleşme arayışlarının bel kemiğini oluşturan kadın ve kadın hakları üzerinden oluşturulan klişeler, çocuk evlilikleri, kadının köleliği, özgürleştirme arayışları, kadının da hakkı vardır algısı vesaire üzerinden, kadının çalışma hakkı, öğrenim hakkı gibi verilen ulufelerle elde edilmiş kişiler, İslam geleneğinden koparak modernleşmenin kapısını aralamaktadır. Bunu gerçekleştirirken de bir kurnazlık yapmaya devam etmektedirler: Müslümanların tarihinde hiçbir zaman genel geçer bir ilke ve kural olmayan, daha çok ilimden uzak kalmış ve bir yönlendirme aracılığı olan örf ve adetler üzerinden dini mübin-i İslam’a saldırı yapılmış ve böylece kendilerini haklı çıkarmaya çalışmışlardır.

Aslında mesele, elit bir aklın; modernleşmenin bizatihi sahibi olan bu aklın, kendisine muhalif olma potansiyeli taşıyan her düşünceyi kendi zemininden kaydırarak onu kendi zeminine alarak yeniden biçimlendirme arayışının kendisidir. Hrıstiyanlığa bile dayanamayan bu bakış, ne Hinduizm’e, ne Taoizm’e ve ne de başka bir düşünceye tahammülü yoktur ki İslam ve onun düşüncesine olsun…

Süreç bu elit akıl tarafından süreklileştirilerek devam ettirilmektedir. İslam dünyasında mevcut iktidar değişimlerini de planlayarak onları etkisi altına alarak Müslümanlar ile İslam arasındaki fay hattını derinleştirmeye çalışmaktadırlar. Bunun tipik örneği; bugün Türkiye’de yaşanan dine yönelik saldırılar, Müslümanların tekil günahları üzerinden genellemeler yaparak Müslümanların yeni neslini dinden uzaklaştırmaya dönük klişeler üretilmektedir. İşte bu üretilen yeni klişe algı ise; din bugüne hitap etmemektedir…

Bu yargı, önce araştırma örneklerinde ortaya çıkmakta, sonra televizyon programlarında konu tartışılmakta ve daha sonra propaganda üzerinden kamuoyuna servis edilerek genel kabule dönüşmesine zemin oluşturulmaktadır. Sonra bir bakıyorsunuz ki, müslüman olduğunu söyleyen aydınlar, aynı yaveyi yutturmaya çalışmaktadırlar. Ama din bugüne hitap etmiyor, bu günün insanlarının sorunlarına din bir çözüm üretmiyor, diyerek klişe algıyı, klişe yargıya dönüştürüyor. Bu o kadar çok tekrar ediliyor ki, müslüman hain, hırsız, yalancı, sahtekâr, düzenbaz, üçkâğıtçı, aldatan, kolay aldatılan vesaire konumuna sürükleniyor ve bu her alanda tekrar edilerek genel kabule dönüştürülüyor. İşte klişenin oluşumu da budur.

Elit bir aklın, her alanda Müslümanları kötülemeye maruz bırakacak bir düzen kurarak bunu gerçekleştirmeleri, Müslümanların bizatihi kendilerine dair bir stratejik aklı olmamaları, kendilerine yöneltilmiş bu oyunu görecek bir basirete sahip olamamaları, olanların ise genelde köşelerine çekilmelerine neden olan bir sosyolojinin varlığı da anlamlı bir zeminde durmaktadır. Müslümanlar oyunu görmeli, oyunu bozmaya dair bir bakışa sahip olmalıdır. Ama öncelikli olarak klişe algıları ve klişe yargıya dönüşmüş algılardan kurtulmayı sağlayacak bir uyanışa ve dirilişe ihtiyaç her zamankinden fazladır.

Şunun altını çizelim: bugünün sorunlarının tek bir müsebbibi vardır. O da sorunları çözüme kavuşturacak bir bilgiye ve dirayete sahip olamayan modern düşüncenin ve onun ürettiği her türlü iktidarın bizatihi kendisidir. Suçu başkasına atarak bu olaydan kurtulamaz! Zaten modern düşüncenin kendi içinden de bu duruma isyanlar başlamıştır. ‘Modern aklın duvara tosladığını’ söyleyen Habermas, aynı zamanda bir modern rasyonel aydındır. Yeni batılı aydın elitler, sürekli yeni arayışlar ile mevcut sorunların çözümüne dair bir yaklaşım geliştirme arayışlarını sürdürmektedirler. Gelip dayandıkları yer ise mistik düşünce ve onun üretim araçlarıdır. Bu nokta ayrıca dikkate alınmalıdır. Buna rağmen, elit akıl diye tanımladığımız iktidar odağı, dünyayı bambaşka bir yere doğru çekmeye çalışmaktadır. Son yirmi yıldır neredeyse binlerce kitap, film, çalışma, araştırma vesaire ile post human/insan sonrasına dair bakışlar geliştirilmektedir. Sonsuzluk arayışları ve ölümün ortadan kaldırılacağı, insanı tersyüz edecek her ne var ise onu yapmaya dair bilimsel çalışmalar hızını kesmeden devam etmektedir. Buna rağmen müslüman entelektüel ve aydınlar, hala modernliğin girdabında debelenip durmaya devam etmektedirler. İşte asıl sorun budur…

Klişe yargılardan kurtulmadan klişe algılardan kurtulmak mümkün görünmemektedir. Klişe algılardan kurtulmak içi ise, bize dayatılan şeylerin menşeini, hedefini ve gerçekleştiğinde neler olacağına dair bir araştırma zorunludur. Böylece kendi farkındalığımızı oluşturarak bu tuzaklardan azade olabiliriz.

Dile getirmeye çalıştığım klişe algı ve yargılara bir sürü yeni algı ve yargılar eklenebilir. Bunu da okuyucu kendi zihninde tartışmaya vesile kılsın bu yazıyı…

Eşitlik, indirgemecilik, çıkarcılık gibi insanı yozlaştıran şeylerden uzak durarak kendimiz olmaya adım atabiliriz. Farklılıklarımız zenginliğimiz ise buna sahip çıkalım ve kendimiz olmaya ahdedelim ki kurtuluş kapısını bize açsın…

İlahi inayet ile aşılamayacak sorun yoktur. İlahi inayeti üzerimize celbedecek bir duruş sergilemeli ve ona göre hareket etmeliyiz. İlahi inayeti kazanacak sadakati göstermeli, İslam ile yeni bir sözleşme üzerinden derin bir bağ gerçekleştirmeliyiz. Gözümüzden düşürülmeye çalışılan âlim ve öncüleri yeniden tanımalı ve onların izini takip ederek kendi kurtuluşumuzu sağlamalıyız. Bunun içinde vahiy ve nübüvvet ile sahih ve sağlıklı bir ilişki kurmalıyız. Bu ilişkiyi kurmaya yönelik önderliği takip ederek imanımızı yeniden elde ederek kurtuluşu da garanti altına almalıyız ki insanlığın kaderi kendi ellerimizle değişime uğrasın ve şeytanın mücessem biçimi olan elit aklın ellerini insanlığın yakasından kopartalım…