Keskin Sirke Küpüne Zarar…
İnsanların, hangi bilgi süreçlerine tabi olduklarını bilmedikleri bir zemine sahibiz. İnsanlar, neyi, nasıl, niçin bildiklerine dair yaklaşımları sürekli hata vermektedir. Kişiler, kendi sahip oldukları bilgileri değerlendirebilme ölçütlerine sahip olamadıkları için sürekli keskinlik üretmekte ve bu keskinliği kendi kesin inançlılığı ile üretmekte olduklarını zannetmektedirler. Kişiler, sürekli başkaları adına bir keskinlik ürettiklerinin farkındalığına sahip olmadan kendi adlarına bir kesinlik ve keskinlik gösterdiklerine inanmaktadırlar. Bu yüzden kırıcı bir tavır içinde olmalarını normal görebilmektedirler.
İnsanlar, kahır ekseriyet seküler bir eğitim sürecinden geçmektedir. Bu eğitim sürecini geriletebilecek başka bir eğitim süreci de kalmamıştır. Farklı eğitim modelleri de modern eğitim süreçlerine dâhil edilerek değişime açılmışlardır. Değişime kapalı olanların ise modern sürecin ürettiği sorunları çözüme kavuşturamayacağı yaygın kanaatine binaen anlamsızlığa duçar kılındığı da vakidir.
Bu sorunu en çok yaşayan kesim Müslüman kesimdir. Müslüman, kendi eğitim süreçlerine tabi olmayan bir eğitim sürecinden geçmektedir. İmam hatip veya ilahiyatlarda verilen eğitim süreci de modern eğitim süreçlerinden bağımsız olamamaktadır. Bu yüzden seküler eğitim bu süreci de etkisi altına almaktadır. Daha yaygın olan ise ideolojik bakışın bütün inanç kümelerine yönelik bir etkileşimin varlığının oluşturduğu kesinlik ve keskinlik anlayışıdır. Maalesef, Müslümanların en keskinleri, en çok ideolojik bağnazlığa sahip olanlarıdır. İster neo- selefilik bağlamında, ister modernist İslami eğilim bağlamında ele alalım meseleyi, keskinlik her tarafından dışarıya sıçramaktadır. Benzer bir durum ise yaklaşım metotlarını belirlemede ortaya çıkmaktadır. Örneğin; Kuran merkezli olduklarını iddia eden arkadaşların, kendi Kuran yorumlarını merkeze alarak kendilerinin dışında kalanları Kuran’ı anlamamakla suçlamakta bir beis görmemektedir. Bu yaklaşıma ‘hangi Saiklerle sahip olduğuna dair ise sahici bir yaklaşımları var mı’ sorusu muallakta kalmaktadır. Çünkü Kuran tarihsel seyir içinde hep yanlış anlaşılmıştır, yargısı üzerine bina edilen bir bakışın sağlıklı bir anlayış ortaya koyması muhal görülmelidir.
Meseleyi biraz daha sarih ortaya koyalım: tarih felsefesi, özellikle de modern tarih felsefesi, tarihi olanı yeniden kurma arayışı olarak öne çıkmaktadır. Hegel felsefesi açısından tarih felsefesi bu bağlamda önemli bir işleve sahiptir. Dünü yeniden kurma arayışı, doğal olarak tarihin içinde var olmuş her şeyi yeniden tanımlama ve kurgulama yeteneğini de kazandırmaktadır. Kuran, tarihte anlaşılmamıştır demek, tarih içinde var olan Kuran’ı bugün yeniden kurmak anlamını da izhar etmektedir. Bunun farkındalığı başka bir şey, ama yapılan şey bugün tam olarak budur. İster miras hukuku bağlamında ele alalım, ister herhangi bir başka konuyu ele alalım, örneğin, kadın meselesini ele alalım: aynı sonucu verecektir. Yani modern eğilimin öne çıkardığı yargıları kabul ederek, küçük değişikler yaparak, Kuran ayetlerine onaylatmaktır. Kuran ne diyor sorusu, öznenin kendisi tarafından cevaplandırılacaksa bu da modern epistemenin özneye kazandırdığı akli yetinin öznel sınırlar içinde yorum yapabilme zemini ile alakalıdır.
Modern episteme, modern düşüncenin ilkeleri üzerine kendisinden önceki kadim kültür ve düşünceyi tamamen dışlayarak kendisine ait yeni bir bakışın öncüllerini ve ilkelerini kendisi belirleyerek oluşturmaktadır. Kendi meşruiyetini kendisinden almaktadır. Bugün Müslüman zihinlerin hepsi neredeyse bu zemine sahiptir. Kendisinin dışından bir zemine ihtiyaç hissetmemektedir. Ele aldığı her bilgiyi kendi alanı içinde yeniden kurgulamaktadır. Ama buna ‘İslam budur’ diyerek kendi dışında kalan Müslümanları ise ‘İslam dışı’ ilan etmekte bir beis görmemeye başlamaktadır.
Müslümanların aşması gereken temel bir problem alanı olarak önlerinde duran mesele bugün için elzem olan mesele yukarıda tanımlanan olarak budur…
Bu sorunu aşmanın yolu ise modern epistemenin Müslüman zihne yönelik geliştirdiği zaafı ve sorunu doğru bir zeminde öğrenmek ve ondan kurtuluşun yolunu bulabilmekten geçmektedir.
İdeolojik ve siyasal karakterin ürettiği keskinliğin Müslümanlar arasındaki güvenin zedelenmesine zemin oluşturduğu bedihidir/apaçıktır. Bu apaçıklığa rağmen sanki böyle bir sorun yoktur gibi davranmanın kendisi de bir sorunsal alana yol açmaktadır.
Meseleleri ele alırken ve değerlendirirken, neyi niçin ve nasıl savunduğunuz kadar kullandığınız argümanların hangi yöntemsel bakışa aidiyetini de tartışma konusu yapmanın vakti gelmiştir. Gelenek, modernlik, selefilik, radikallik gibi temel yaklaşımların modern epistemenin boyunduruğundan kurtulması zor bir meseledir. Bu zorluğu oluşturan aynı şekilde karşı çıkışların da bir tepkiselliği içermesinde yatmaktadır. Tepkiselliğin temelinde ise bir bilgisizlik yatmaktadır. Modern düşüncenin epistemik unsuru ile bu unsurlara dayalı inşa edilmiş bilgi arasındaki mahiyet farkı kadar, ayrıca modernliğin neliğine dair bakışın cehaletinden kaynaklanmaktadır.
Tepkisellik hiçbir zaman bizi hakikate taşımaz! Hakikat ise sınırlandırılamaz bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden tepkiselliği bir tarafa bırakarak yaptığımız şeyin neye tekabül ettiği konusunda herhangi bir ikircikli durumla karşı karşıya kalmadan en saf hali ile modernliğin bilgi yöntemi ve inşa ettiği bilgisi ile oluşmuş yaşam arasındaki korelasyonu doğru anlamak ve dini anlamada bu bakışın çeperinden kurtuluşun imkânlarını oluşturarak yola çıkmanın zeminini döşemeliyiz.
Ezcümle şunu demek istiyorum: inandığımız şeyin dayanağını doğru ortaya koymalı ve İslam gibi Ed din olan bir yaşam biçiminin katışıksız bir şekilde ortaya konmasının yöntemini izhar edebilmeliyiz. Bu yüzdende sahici ve sahih bir çıkışa kaynaklık edecek sahici ve sahih bir yönteme de ulaşmayı öncelemeliyiz.