İslamcılık Öldü Mü? -Gazze ve Suriye Direnişi üzerine farklı bir bakış-

Abdulaziz TANTİK

Sesli Makale Dinle
Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Abdülaziz Tantik
Suriye Rejim Muhalefetinin başlattığı harekât ile birlikte İdlib ve Halep gibi merkezlerin tamamen Rejim güçlerinden kurtarılması, yeni tartışmaları beraberinde taşıdı. Rejim Muhaliflerini İsrail ve ABD ile eşleştirenler, İsrail’in bu harekâtı başlattığı vesaire üzerinden Gazze’ye ihanet olarak betimledi. Ama Hamas liderinin yaptığı açıklama ile bu durum tersine döndü. Rejim Muhaliflerinin başlattığı harekâtı destekleyen mesaj durumu giderek netleştirmektedir.   Suriye’nin kendi iç çatışmasına yönelik dışarıdan verilecek destek dün olduğu gibi bugün de ümmetin parçalanmasını ve birleştirilemez bir hale getirilmesini öne çıkarmaktadır. Bir mezhep çatışması üzerinden değerlendirme yapmanın ümmetin birliği açısından bakıldığı zaman ne kadar yanlış bir algı üzerinden yürütüldüğü ise gözlenmektedir. İki aydır sürekli İdlib’e yapılan saldırılara tek söz etmeyen insanların buna karşı bir harekât başlatan Rejim Muhaliflerini eleştiriye tabi kılarak ümmeti parçaladıkları algısı ise sorunlu bir mezhebi tutumun dışa vurumudur.   Meseleyi daha akli ve mantıklı bir zeminde tartışmalıyız. Astana Sürecinde uzlaşılan metin niçin yok sayıldı. Sürekli Rejim Muhalifleri sivil dâhil saldırılara maruz kaldı. Ve bu konuda herhangi bir açıklama yaptı mı şu an Rejim muhaliflerini eleştiriye tabi kılanlar. Ayrıca sürekli komplocu mantık üzerinden eleştiri yapmanın bir karşılık olarak kendilerine yönelik de bir komplocu mantık üzerinden başlatılacak olan eleştiriye ne söyleyebilecekler.   Meselenin özü ise bu son durumda da açığa çıktığı gibi İslamcılığın öldüğü tezi kabul edilerek yorum yapılmasıdır. İslamcılık gerçekten öldü mü? En son İhvan-ı Müslimin’in bölünmesi ve kendisini geri çekmesi üzerine şu an sessizliğini koruması ölümü gerçekleşmiş kabulünü kolaylaştırmaktadır. Ama Gazze süreci ve Aksa Tufanı ile birlikte aslında İslamcılığın yeniden dirildiğini ve ayağa kalktığını, kendisine yöneltilmiş bütün eleştirileri boşa çıkardığını açıkça göstermektedir. Ayrıca İslamcılığın bütün türevleri de bu harekete destek verme konusunda birlikte hareket etmeyi başardı. Müslümanlaşma sürecinin hızla arttığı bir zeminde İslamofobia dünya düzeyinde geriledi. Bilakis, İslam gibi temel bir dinin her yerde daha fazla konuşulmasını sağladı, sağlıyor. İşte bu noktada Suriye Rejim muhalefetinin ayağa kalkarak kendisine yapılan zulme dur deme hareketi başladı. Bu noktada İslamcılık ile bağı kalmayan veya belirli bir algıyı yürütme konusunda azimli olanlar, hemen karşı propagandaya yönelmek zorunda kaldı. Sanki her şey güllük gülistanlık iken bu saldırı yapılmaktadır. Hâlbuki silahlarla sürekli vurulan, kimyasal silaha maruz kalan ve en son Kuran öğrenen çocuklara yönelik saldırı üzerine dur demeye yönelik bir hareket başlatılmıştır. Bu durumu İslamcılığın yeniden ayağa kaldırılmasına matuf önemli bir hamle olarak okumakta yarar var.   Gazze ile başlayan süreçte, İslamcılık yeni bir yüz ile öne çıkarıldı. İkinci hamle olan Suriye Rejim muhalifleri hareketini yeni hamlelerin başlamasından korkanlar, Suriye rejimini yeniden güçlendirmeye matuf arayışlara yöneltti. İster Suudi Arabistan, ister BAE, ister batılı güçler, ister İsrail veya ABD yeni bir İslamcılık hareketi karşısında düşecekleri durum ortada…   İslamcılığın muhalif karakteri ve özgürlük hedefi asla bitip tükenecek bir olgu değildir. İslamcılık geriletilebilinmiş olabilir. Ama zamanı geldiği zaman ayağa kalkacak bir özelliğe de sahiptir. İslam tarihi boyunca bu durum yaşanmıştır. Müslümanlar, yenilmiş, parçalanmış, iktidarını kaybetmiş ve esaret altına düşmüş olabilir. Bu durumu kabullenecek bir müslüman kişi bulunamaz! Buna itiraz etmenin yolunu, yordamını, zamanını ve hareket yöntemini belirli bir sürece yayarak elit bir yapı üzerinden hazırlanır ve ona göre yeniden hayata geçirilebilir.   Yeni dönem, İslamcılık açısından büyük bir sorumluluk doğurmaktadır…   Birincisi, kendisini yenilemeli, hiçbir gücün boyunduruğuna girmeden, İslam ile sahih ve sahici bağ kurmaya yönelik önceliğini öne alacak, bu düzeyde kalan hareketlerle, güçlerle bağ kurmayı öncelemeli, bu sahih ve sahici bağı önemsemeyenlerle sadece taktik ilişkiler geliştirilebilir. Meseleye bu açıdan bakıldığı zaman birçok olay kendiliğinden çözüme kavuşacaktır.   İkincisi, ulus devletin önemini fark edecek, ama asla kendisini ulus devlet sınırları ile ve stratejisi ile sınırlandırmamalıdır. Ümmetin topyekûn kurtuluşunu dikkate alan bir yaklaşım ile öne çıkmalıdır. Bu çerçevede ulus devletler, ancak ümmetin birliğini dikkate alarak hareket ettiği zaman onaylanmalıdır. Hiçbir ulus devlet, kendisini ümmetin temsilcisi olarak öne çıkarmaya yeltenmemelidir. Eğer, böyle bir hedefi olan ulus devlet varsa öncelikle o devletin, ümmetin birliğini sağlamaya matuf stratejisini entelektüel düzeyde ortaya koyması elzemdir. Ayrıca ahlaki zeminini de açıkça gösterilebilir bir özelliğe sahip kılmalıdır. Öyle sadece slogan düzeyinde sadece kendi çıkarını elde etmek adına ümmet vurgusu yapan ülkelerin İslamcılık bağlamında kendi asli yerlerine tevdi edilmesi şarttır. Bugün hiçbir ulus devlet, ümmetin birliği konusunda samimi bir çabası olduğunu söylememiz mümkün değildir.   Üçüncüsü, İslamcıların, kendilerine yönelik geliştirilmiş eleştirilerin doğru olanlarını dikkate alarak onlardan kurtulmaları, entelektüel bir dili geliştirmeleri, entelektüel zeminde batılı düşünce ile yeni bir hesaplaşmaya yönelmeleri, tek bir çatı altında olmasa bile kıyıda köşede kalan İslamcıların belirli bir yöntem üzerinden birlikte hareket etmeyi başaracak bir zemin ve zamana yönelmeleri zaruret ifade eder.   Dördüncüsü ise, İslam ile ahlaki bir ilişki kurmanın imkânlarını üretmeleri, anlam üzerine İslam düşüncesinin sağladığı yararlı ilişkilere yönelmeleri, batıda meydana gelen anlamsızlığı, hiçliği, ahlaksızlığı, çürümeyi, geride bırakacak bir ahlaki karakteri inşa ederek İslamcılığın bir kurtuluş ideolojisi olmasını yeniden sağlamaya yönelik çabalara öncelik verilmelidir.   Beşincisi, İslamcılığın öldüğünü ilan eden İslam dışı güçlerin varlığını unutmamaları, bugün inşa edilecek İslamcılığın da başka güçlere yamanarak işlevsizleştirilmesine yönelik propaganda diline karşı bir çözüm üretmeleri, en önemlisi de algı düzleminden bilgi düzlemine geçilerek, kendilerine dikte edilen algılara yönelik bir cevabın üretilmesini behemehal üretmeleri de esasa taalluk eder.   Her dine/İslam’a dönüşün kendisini ifade edecek bir düşünceye olan ihtiyaç tartışma dışıdır. İslamcılık muhalif bir düşünce olarak kendisini yenilemeli, eksiklerini tamamlamalı, siyasal karakteri yanında sosyal ve düşünsel karakterini de harekete geçirerek daha donanımlı bir hareket olarak hayata katılmaya başlaması elzemdir. Bu ümmetin yeniden dirilişini sağlama konusunda büyük bir katkı sunmayı kolaylaşacaktır. Ayrıca aynı düşünceye sahip olma yerine bunun önemini dikkate alarak o düşüncenin eylemde bir ahlak olarak öne çıkışını öncelemenin esasa taalluk ettiğini de göz ardı etmeden yola çıkmanın kaçınılmazlığını idrak etmelidir ki bu yolun güvenliği açısından esasa taalluk eder.