İslam karşıtlığı ve Batının iki yüzlülüğü…

Abdulaziz TANTİK

Modern dünya bir kurgu dünyasıdır. O yüzden ele aldığı meseleyi ve olayı rahatlıkla kurgulayarak üstünü örtebilir ve bambaşka bir olgu olarak sunumunu yapabilir. Kurgu dünyası derken bu batının sahip olduğu epistemik unsurun dayandığı kaynağa bir göndermedir aynı zamanda… Olan üzerinden inşa edilmiş bir biliş süreci doğal olarak olanı yorumlarken dayanağı kurgu olacaktır. Bu kurguya zemin oluşturan matematik ve mantık kuralları ise zaten kendi içinde çoğulcu bir yapı arz ettiği gibi kurgusal olanı dışlamayan bir bakışı da imler…

Aydınlanma diye dünyaya sunulan ve büyük bir aldanışı içinde taşıyan modern durum, aslında Afrika ve Asya halklarının yer altı ve yer üstü zenginliklerinin talan edilmesinden öte bir şey değil! Yüz milyonlarca köle taşınarak Avrupa’yı geliştiren ve güçlendiren bu durum Avrupa için aydınlanma ama Afrika için tam bir soykırım olarak tanımlanmalıdır. Bu süreç hep devam etmektedir. Son iki binli yıllardan sonra da İslam coğrafyasında ve özellikle de Ortadoğu coğrafyasında gerçekleştirilen saldırılar, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerinden meşrulaştırıldı. Irak yok edilirken de bu kavramlar revaçta idi. Ama gökyüzünden bombalar Irak halkının üzerine yağdırılırken ortada ne demokrasi ve ne de insan hakları vardı. Özellikle de Irak hapishanelerinde ABD askerlerinin Iraklı asker veya sivil insanlara yaptığı işkenceler hala hafızalardan silinmemişken…

Bu ikiyüzlülüğü kurulduğu andan itibaren gösteren modern batı düşüncesi ve iktidarı, din ile kurduğu ilişkide de bu ikiyüzlülüğü gösterdi. Önce Protestanlığı inşa ederek Katolik kilisesinin iktidar alanını yok etti. Protestan mezhebi üzerinden kendi düşüncesine meşru zemin oluşturdu. Sonra Katolik Kilisesinin yapısına yönelik bir değişim faaliyeti başlattı ve onu da değişime zorlayarak asli hüviyetinden eser bırakmadı. Böylece modern düşünce Kilisenin hegemonyasını tamamen ortadan kaldırdı. Ama bunu yaparken yeni bir dini yaklaşım olan Protestanlık üzerinden yaptı. Çoğulculuğun karakteristik özelliği ise sadece modern düşüncenin kendisine ait çerçeve içinde geçerliliğini koruduğu ise bilinen bir gerçekliktir. Bu yaklaşım batı modern düşüncesi dışında kalan bütün kültür ve inanç kümeleri yanında İslam dininin de kendisiyle eş değer bir zemine sahip olduğu inancını yerleşik hale getirme arayışından başka bir şey değildi…

Öncelikle modern düşünce Ortodoks Kilisesi ve Rusya üzerinde bir değişim politikaları geliştirdi. Sol ve sosyalizm üzerinden neredeyse bütün Ortodoks Kiliselerinin etki alanı yok edildi ve sosyalizm’in katı uygulaması ile dine karşı geliştirilmiş bir yaklaşım ile neredeyse dinsizliğin yaşam bulduğu bir zemine sahip kılındı. Rusya daha yenilerde kendine gelmeye başladı ve kendi dini inancı ile barışık bir zemin bulabildi. Çin benzer bir durumla karşı karşıya bırakıldı. Burada tek suçlu modern batı düşüncesi değil gibi bir yaklaşım öne çıkartılabilir. Ancak tek başına iktidar alanını teşkil eden bunu kimse ile paylaşmayan da kendisi… Çin, Mao Zedung Üzerinden büyük bir değişime baskı ile zorlandı. Bu değişim gerçekleşti. Şiddet ile hiç barışık olmayan uzak doğu, modern düşüncenin etkisi altında şiddet uygulayan bir evreye geçiverdi. Çin, Hindistan ve benzeri ülkeler, özellikle de Hindu din adamlarının bu kadar şiddet yanlışı olmasının başka bir izahı yoktur. Kendi inançlarına muhalif bir şekilde şiddeti başkaları üzerinde kullanmak ancak modern düşüncenin etkin karakterinin yeterli bir desteği sağlaması ve iktidar gücünü kullanmaya dayalı olarak açıklanabilir.

Benzer bir durum ise İslam coğrafyası üzerinden gerçekleştirildi. İçeriden satın alınmış hainler eliyle ve onları iktidara taşıyarak onlar üzerinden kültürel gücü kontrol etmek ve oradan yeni bir nesil inşa etme yolunu tercih ederek bunu sağlamaya yönelik çalışmalar meyvesini vermiştir. Müslümanların modern düşüncenin iktidarı karşısında aşağılık kompleksine sahip olmaları yanında, modernleşmeyi öne alan yeni bir dini bakışı öne çıkarmanın iktidar tarafından taltif edilmesi ve önünün açılması ise başka bir teşvik unsuru olarak işlevselleştirilmiştir. İktidara gelenlere yönelik yapılan baskılar, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerinden kadın hakları özelinde modernleşmeyi sağlamak ve bunun kalıcı bir inanca dönüşmesi yolunda gösterilen çabalar da İslam düşüncesini ciddi bir şekilde etkilemiştir.

Hindistan ve Mısır özelinde gerçekleştirilmiş bu modernist İslami düşüncenin gelişim seyri süreç içinde diğer müslüman ülkelere de sirayet ettirilmiş ve bu düşünceyi savunanlara akademik kapılar sonuna kadar açılmıştır. Örneğin, üniversite de ilahiyat bölümü kur, öğrencisi ve hocası olmayan bu bölüme modernist bakışı savunan birini dekan olarak ata ve böylece onu taltif et… Sonra da o TV programlarının konuğu olarak senin kültürünün savunusunu yapsın, Müslümanları ve tarihini eleştirsin…

Modernist yaklaşımın özellikle de şarkiyatçılar eliyle gerçekleştirilmesi önemli. Son dönemlere kadar, ilahiyat fakültelerinde bu şarkiyatçıların İslam düşüncesine yönelik ifsat edici yaklaşımları ile beslenen kadrolar müslüman gençliği heder etmişlerdir. Zaten iktidar ve aygıtları tarafından seküler bir kültürün inşasında temel bir motivasyon sağlandığı bedihidir. Askeri, bürokrasi ve üniversiteler bu işlevi rahatlıkla görmüşlerdir. Ayrıca İslamcılığın ortadan kaldırılması babında kurulmuş yapılar eliyle şiddet Müslümanların temel bir göstereni gibi işaret edilerek halkın İslam ile arasına mesafe koymasına, Müslümanların güvenirliliğini zedelemesine vesaire sebep teşkil ederek, siyasal bir varlık ortaya koymasına zemin oluşturmama gayretleri hala devam etmektedir. Cezayir, Tunus, Mısır, Sudan gibi yakın dönemde bu ülkelerde müslüman iktidarlar tez elden çürütülmeye ve devrilmeye maruz bırakılmışlardır. Bütün bu gerçeklikler ile demokrasi, insan hakları ve özgürlükler ise yara bere almadan yoluna devam etmektedir.

Kurgulanan iktidarın kalıcı hale gelmesinin yolu, muhalif ve alternatif bir yaşam biçimi sunacak her şeyin yerle yeksan edilmesini sağlamaktan geçtiği tezi uygulamada işlevselleştirilmiştir. Bu yüzden, doksanlı yıllarda meydana gelen siyasal İslam tezine karşı çok yönlü ve çok katmanlı bir saldırı ile karşılık verilmiştir. Ama en büyüğü içerde geliştirilen hainler eliyle olup bitenlerdir. Örneğin, Türkiye özelinde Feto ve Adnan Oktar gibi unsurlar, irili ufaklı başka şeyhler vesaire de Müslümanlığı kötülemek için bolca kullanılmıştır. Benzer durumlar Pakistan, İran, Irak ve benzeri birçok ülkede olduğu da görülmektedir. Neredeyse her ülkede kendi yandaşlarını güçlendirmişler ve onlara ezoterik bir güç sağlayarak halk üzerinde nüfuz sahibi olmalarını sağlamışlardır.

Dün İslamcıların içinde yer alan bugün ise İslamcılığı eleştiren ve dini, dindarları aşağılayan yeni oryantal tiplerde aynı işlevselliğe sahipler. Kendi takipçilerinin kafasını karıştırarak onları Müslümanlardan uzaklaştırmakta mahir olmaktadırlar. Müslümanların birlik ve beraberliğini parçalamaya matuf bütün hareketler benzer bir yapıyı arz eder. Kurancılık diye bir akımı açığa çıkar ve bütün müslüman tarihini Kuran’ı anlamamış diye tekzip eyle ve böylece modern düşüncenin bütün parametrelerini de Kuran söylüyor diye pazarla… O kadar çok karşılaşılıyor ki bu durumlarla artık insanı bıktıracak düzeyde varlık kazanmaktadırlar.

Modern düşüncenin mimarlarının, iktidar aygıtlarının bir planı vardır ve bu plan çerçevesinde oluşturulan siyasi, sosyal, kültürel ve iktisadi bir yapı da söz konusudur. Yaklaştığınızda yükseldiğiniz, uzaklaştığınızda ise yerle yeksan olduğunuz bir sistem karşısında kim direnebilir ki… Sistem neredeyse kusursuz işlemekteyken, bu plan gereği olarak Ortadoğu üzerinden yeni planlar devreye girmekte ve oraların parçalanarak yeni duruma adaptasyonu sağlanmalıydı. Bu vesile ile İsrail devreye girdi ve Filistinlileri yok edecek yeni bir planı devreye koymaya çalıştı. Seçimler bu zemini sağladı. Netanyahu iktidara geldi. Ortakları ile bu planı devreye koymanın arayışları içinde bulunduğu sırada bambaşka bir şey oldu. Aksa Tufanı, bütün perdeleri yırttı, bütün planları alt üst etti. Ayrıca modern batının ikiyüzlülüğünü de açık bir şekilde deşifre etti. Bir güç olarak İsrail yerle yeksan olduğu halde bir soykırıma imza atması da onu kurtaramayacak gibi görünüyor. ABD, Avrupa ve Müslüman Ülkeler de açık bir pozisyonda yakalandılar. Savundukları her şey berhava oldu. Halklar beş aya yakındır, Filistin direnişinin yanında yer aldı. Vicdan sahibi her insan, nerede, konumu ve etiketi ne olursa olsun, baş kaldırdı bu sisteme… Her yerde en yüksek sesle, bu ikiyüzlülük dile getirildi ve İsrail lanetlendi. Müslüman halklarda da bir uyanma emaresi görülmektedir. Orada da uyanış sürmekte ve modern düşünce ve iktidarının sağladığı avantajlar üzerinden Filistin halkını yok eden bu zalim ve gaddar İsrail iktidarına karşı büyük bir öfke oluşmaktadır.

Fiili bir durum olarak Filistinliler soykırıma tabi olunurken, batıdaki vicdan sahibi insanlar ise müslüman olmaya koşar adım yönelmektedirler. İslamofobia bütün çabalara rağmen tükendi. Halklar, yeniden İslam iktidarını istemektedirler. Müslüman ülkeler eğer kendi gerçek rollerine dönmezlerse ileride büyük bir kargaşa yaşamak zorunda kalabilirler. Halk artık aldatılmak istememektedir. Liderliğin olmadığı bir İslam dünyası ülkeleri ise başlı başına bir sorunsal alan üretmektedir. Ama bu sorunsal alan yeni bir dirilişin muştusu olma özelliği de taşımaktadır. Gerçek bir İslami direniş ve diriliş hareketi başladığı andan itibaren önünde duracak bir güç kalmayacaktır. Dünya yeniden anlamsızlığı ve ahlaksızlığı reddeden bir tutuma geçecektir. Çünkü başka seçeneği kalmamıştır. İnsan sonrası dönem diyerek insanları topyekûn köleleştirme arayışı ciddi bir uyanışı da beraberinde taşıyacaktır. Bu noktada entelektüel bir hazırlık yapmak şart olmuştur. Son iki yüzyıl ile gerçek bir hesaplaşma yaşamadan bir hareket başlamaz! Modern dünyanın ikiyüzlülüğünün ürettiği her şey ile hesaplaşılmalıdır.

Bu hesaplaşmada elbette ki Müslümanlar da hem entelektüel zeminde ve ahlaki zeminde kendileri ile bir hesaplaşma yaşaması kaçınılmazdır. Bu konuda tövbe kapısı açıktır. Yeniden ayağa kalkmanın doğru zemini geçmişte yapılan yanlışlara düşmeden doğrular üzerinden ayağa kalkmak ve böylece doğru bir hamle ile hareketi başlatmak olmalıdır. İslam düşünce tarihi ile doğru bir muhasebe yapmak ve oradan doğru ilkeler çıkararak modern düşüncenin tasallutuna düşmeden kendisi olarak var olmanın yolunu, yordamını ve yöntemini bulmak her müslüman entelektüelin sorumluluğunu işaret eder.

Mevcut ayrışmaları doğru bir zeminde bütünlüğe doğru yöneltecek bir düşünce derinliği sağlamak ve kuşatıcı bir yaklaşım geliştirerek ahlaki bir dirilişi de beraberinde taşıyarak temsil liyakati her alanda gerçekleştirilmeli ki uyanış daha derin katmanlara ve geniş halk kitlelerine sahip olabilsin. Çünkü yeni durum, daha fazla insana ulaşmayı zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk ise ancak ahlaki gücü sağlama alarak gerçekleştirilebilir.

Allah’a sığınan ve Allah’a dayanan ve Allah’ı razı edecek bir bakışı temel kılan bir arayış ve yaklaşım öne çıkartılarak yeni başlangıçlara bismillah demek elzem olmuştur. Selam üzere olanlar selametle ve selamette olanlar olarak kayıtlara geçeceklerdir.