Irkçılık Yetersizliğin Dışa Vurduğu Bir Travmadır…
Genç bir göçmenin öldürülmesinin haberini okurken, istem dışı bir daralma ve acı kapladı yüreğimi. Bir insan nasıl bir başkasını hemde genç yaşta birini öldürebilir ki?
Ama bu ilk değil, belki de son da olmayacak!
Son dönemde siyasetçiler, eski bürokratlar, belediye başkanlarından birileri, sürekli göçmenlere yönelik sert söylemler ve şiddete çağrıyı çağrıştıracak beyanatlar verdiler, insanları göçmenlere karşı kışkırtmaya açık bir pozisyonu diri tutmaya çalıştılar.
Sonucu da alınıyor…
Meselenin kökenine bir yolculuk yaptığımızda ise karşımıza modern düşünce kültürü çıkıyor. Öteki üzerine konumlandırılmış ve varlığını öteki üzerine kurmuş bir medeniyet aşağılayıcı bir dil ve bakış üzerinden göçmenleri ölüme rahatlıkla gönderebilmektedir. Yerli modern düşünce asalakları da benzer bir tavrı göstermekten imtina etmemektedir. Eğer çok güçlü bir zemin yakalayabilirlerse muhtemeldir ki göçmen katliamları planlayarak onların ülkeden çıkmasına zemin oluşturma girişimlerini de yaparlar…
İsimleri önemli değil, mevkileri önemli değil, ama yaklaşım biçimleri, bakışları, davranış kipleri tam bir faşist gibi… O yüzden bu tiplere milliyetçi diyerek olumlamak doğru değil, bilakis, bunlar ırkçılık, kafatasçılık yaparak kendilerine özgüven pompalıyorlar. Zayıf, mağdur edilmiş, yurtlarından kovulmuş insanları ise yok edilmesi gereken böcek mesabesinde görmektedirler.
Bu duruma karşı öncelikli olarak Müslüman adını taşıyan her ferdin tepki vermesi şarttır. Müslüman olmak, ötekisi olmayan demektir. Öteki üzerinden hareketle kendi varlığını ikame etmeyen demektir. O varlığını kulluk üzerine ikame eder ve o sadece Rabbine bağlanır. O yüzden kuvvet alacağı ötekisi yoktur. Onun ötekisi ise kendi nefsi arzuları ve onu kötülüğe meyyal kılacak dünyevi tutkular ve bunu fısıldayan şeytandır ki onlar da soyuttur…
Bu yüzden Müslüman insanın ötekisi olmaz, olmamalıdır.
Ama modern düşünce Müslüman zihni de karışık hale dönüştürmüştür. Bu tasalluttan bir an önce kurtulmalıdır. Pratikte yaşadığı ve eyleme dönüştürdüğü birçok isteğin beslendiği zemine dikkat edilirse bu Müslüman olmanın kendisinden neşet etmediği rahatlıkla görülebilir. O yüzden Müslüman, modern zihni ve bu zihnin ürettiği kültürel kodları, davranış kalıplarını iyi öğrenmeli ve ondan beri olmalıdır.
Helali haramı ciddiye almayan bir zihin Müslüman vasfını kazanamaz! Sınır tanımayan biri, başkasına sınır çizmek zorunda kalır… Bütün hakların kendisine ait olduğunu düşünen biri, başkasının haklarını gasp etmeyi meşrulaştırır.
Irkçılığın beslendiği kaynağı doğru tespit etmeli ve bu ırkçılığı meydana çıkaran ve bunu pohpohlayan kişilerin ve kesimlerin yaşamdan beklentilerini dikkate almalı ki nereden beslendikleri netleştirilsin…
Kemalizm üzerinden üretilen despotik siyasi yaklaşımlar, düşünsel terör üzerinden farklı olanı yok etmeye yönelmiş bir zihinden toplumun salahına yönelik bir beklenti oluşamaz, oluşmamalıdır da…
Kemalizm, öteki üzerinden kendini kuran ve tek iktidar olarak gören, farklılığı asla meşru görmeyen ve yok etmeye yönelik her türlü tedbiri alan bir yaklaşım ve bakışı içermektedir. Her ne kadar son yirmi yılda bu durum değişmeye aday olmuşsa da arada bazı figürler çıkıyor ve bunu yeniden hortlatmaya çalışıyor. İşin garibi bunu milliyetçi Kemalist ile sol Kemalist tipolojiler yapmaktadır. İki ucun aynı zeminde boy vermesi de çok ilginç bir politik tutuma gönderme yapmaktadır. Bu meselenin entelektüel zeminini tartışmak ile siyasi zeminini tartışmak iki ayrı konudur. Ancak asıl mesele sosyolojik olarak bu meselenin durumunun neliği ve niteliğidir.
Sosyolojik olarak ülkemizde şükürler olsun ki pek taban bulamamaktadır. Sadece bu tipolojiler değil, şiddete meyyal hiçbir ideolojik grup tam olarak yerleşik hale gelememektedir. Bu da ülkenin en büyük artısı olarak kayıtlara geçmelidir. Ama sosyolojiye dönüşmeyi bekleyen sert, şiddet yanlısı, totaliter ve otoriter bir bakış farklı veçheleri ile hep vardır, olmaya devam etmektedir.
Toplumsal bir aydınlanmaya ihtiyaç vardır. Ama bu aydınlanma, batılı modern aydınlanma değil! Bilakis, Anadolu’yu meydana getiren ruhun tekrar vücut buluşunu sağlayacak bir aydınlanma olmalıdır. Müslüman olsun, olmasın, birlikte var olmayı kabul eden ve bunu sosyolojik bir gereklilik olarak gördüğü gibi her insanın kendi tercihinin özgürlüğünü dikkate alan bir bakış üzerinden meseleye yaklaşılması elzemdir. İnsanın değerli olduğu, öne çıkarıldığı, onun yaşam koşullarının iyileştirildiği, farklığının zenginlik olarak görüldüğü, baskı ve otoriterliğin olmadığı bir zemini inşa edecek bir aydınlanma…
Bu ruhu meydana getirecek olan ise sadece Müslüman olmanın kendi otantik karakteridir, sahih ve sahici bakışı olacaktır. O yüzden bu toprakların yeniden Müslüman olmakla buluşması ve insanlığı ayağa kaldıracak ruhu üfleyecek yeni bir rüzgârın açığa çıkarılmasının zemini bu yaklaşım olacaktır.
İslam’ın doğru anlaşılmasının önündeki engellerin kaldırılması elzemdir. Doğru bir anlayışa sahip çıkacak entelektüel bir zemine olan ihtiyaç her zamankinden fazladır. Bu entelektüel zemine sahip çıkacak kişiler ve kesimler behemehâl harekete geçmelidir. Müslüman cemaatler ve camialar, silkinmeli ve Müslüman ahlakının dışına taşan hareketlere yönelik doğru şahitlik üzerinden örneklik göstermelidirler. Modern bakışın tasallutundan kurtularak merhamet ile insanına yaklaşmalı ve örneklik üzerinden onun doğruya ulaşmasına vesile olmalıdır. Korku, fitne, baskı, sahtekârlık gibi gayri ahlaki zeminlerin dışında kalan Müslüman, ahlaken de örnek bir şahsiyet olduğunda bu ruh yeniden dirilecektir.
Korkunun ecele faydası yoktur. Dönüş Rabbedir. Bu temel geçeklik üzerinden hayata yönelmeli ve hayatı yaşamayı prensip hale dönüştürecek bir zihni egemen kılmayı hikmetle başarmalıyız ki sorunlar büyümeden çözüme kavuşturula bilinsin…