İnsan Fıtratı / Doğası…
Hayatın insana sunduğu güzellikleri ve imkânları doğru anlamının yolu insanın sahip olduğu fıtratı bilmek ve ona göre uyumlu bir yaşama zeminine kavuşmaktır. Bu yüzden doğa ile doğal olan arasındaki mahiyet farkı kadar, kastedilen anlam ayrımını da dikkatle izlemekte yarar var. Doğa, fenomenal alanda olguya tekabül eder. Bir şeyin olma hali… Doğal olan ise, yaratılan şeyin yaratılış amacına uygun ve uyumlu kullanılışıdır.
Fıtrat;
Allah’ın yaratılış amacına matuf bir uyumluluk üzerinde olmaktır. Allah’ın yaratma sebebini hikmetle gerçekleştirme arayışıdır. İnsan bu arayıştan sorumlu varlık olma imtiyazı yüzünden imtihana tabi tutulandır. İşte bu imtihanı verme imkânı da insanın yaratılış amacına matuf bir eylemlilik hali üzere varlığını idame ederek sona ulaşmasıdır. Ölümü yaratılış amacına matuf bir arayışın sonucunda gerçekleşmişse nimete erdirilen ve kurtuluşa erenlerden olacaktır. İşte burada insan, fıtratını/doğasını bozan ve örten şeyleri tespit ederek onlardan uzak durmalıdır.
Fıtratı bozan ve üzerini örten sebepler:
Siyasi olarak:
tağutlaşma, onun doğal sonucu olan; totalitarizm ve despotizm…
Fıtratı bozan en temel unsur, dışarıdan kendisine yüklenilen amaca uygun olmayan bir hale sürüklenme ve sürekli bir baskı üzerinden kendisi olma halini kaybetmektir. Bu konuda ise iktidar/güç sahibi muktedirlerin, insanı, toplumu yozlaştıran unsurlara yönelmesi, baskı ile insanları, toplumları kendileri olmaktan çıkartılarak onlara yeni bir karakter kazandırma girişimleri, propaganda aracılığı ile eğitim aracılığı ile veya otoriter bir zemin üzerinden zorunlu kılınarak yöneltilen yaşam tarzı ile yapılması meseleyi değiştirmez!
Tağut, sistematik bir yozlaşma unsuru ve güç kullanımını içermektedir. Sadece rol model üzerinden bir yozlaşma değil, ulufeler dağıtılarak da benzer bir yozlaşmaya neden olabilir. Siyasal iktidarın belirleyici pozisyonu tartışılmazdır. İşte bu yüzden, iktidar, toplumsal fesadın kaynağı olacağı gibi felahı da olabilir. Ama tağuti sistem asla felaha yönelmez!
Kelami olarak;
küfür ve inkâr, bunların doğal sonucu olarak tuğyan ve tekebbür…
Küfür ve inkâr, insanı kendi fıtratından uzaklaştıran bir zemini inşa eder. Asli unsur olarak inanma ve teslimiyet asıl unsurdur. Fıtrat, teslim olarak inancını ortaya koyar ve ilahi inayet ile de karşı karşıya kalarak huzuru bulur. Ama küfür ve inkâr, bu ilahi inayetin yerine ilahi gazabı celbeder ve mutsuzluğun kaynağı durumuna yükselir. İnsan, kolay olana yönelme yerine zor olana yönelerek kendi varlığını zora koşmaktadır. Küfür, inkâra kapı araladığı gibi hakikati gizleyerek haktan uzaklaşmayı ve sapkınlıkta kararlı bir duruşa sahip olmaya neden olmaktadır. Bu da kişinin kurtuluşuna dair umudu kaybetmesine neden olur. İnsanın tekebbürü, insanın tuğyanının temel nedenidir. Tekebbüre taşıyan her olgu ve düşünce zorunlu olarak zararlıdır.
Sosyolojik olarak;
fesat, toplumsal yozlaşmanın bütün boyutları, zulüm, ahlaksızlık, arsızlık ve bunların sonucu olan günah, fücur, fısk amelleri… Fesat, bozmak olarak işlevsellik kazanır. Her şeyi bozduğu gibi fıtratı da bozar. Yapılması gereken şeylerin değiştirilerek yapılmasına zemin oluşturarak yapı bozumcu olarak işlev kazanır. Bunun doğal sonucu olarak zulüm/karanlık öne çıkar. Karanlıkta yapılan her eylem bir ahlaksızlığı ve arsızlığı içinde taşır. Toplumu günaha sevk eden ve fısk gibi olağan yatağından çıkışı simgeleyen unsurlar normale dönüşerek fesadı kalıcı hale dönüştürür…
Psikolojik olarak;
vesvese, riya, kıskançlık ve bunun sonucu oluşan kafa karışıklığı ve yeis, boşluğa düşme, nihilist bakışın egemenliği… İnsan, şüpheye düştüğü andan itibaren bir kurt onu kemirir. Azar azar onu hiçliğe taşır. Vesvese, şüpheyi güçlendirir, riyaya yeltenmesine imkân sağlar ve kıskançlık ile buluşturarak onu hiçliğin girdabına taşır. Psikolojisi bozuk insanın iyiye, güzele ve doğruya yönelmesi beklenemez zaten! O zaman bu kötülüklerden uzak durmak şarttır.
Ontolojik olarak;
şeytan, nefsin arzu ve tutkularına esir düşme… İnsanın ontolojik karşıtlığı şeytan ve şeytanın emrine amade olmuş, insan tutkusu; nefsin arzu ve istekleridir. Bu iki varlığa karşı güçlü bir savunma gerçekleştirmek zorundadır. Yoksa sürekli bir ikilem üzerinden psikolojik hastalıklara neden olarak sosyolojik zemini de bulandırır. Bu da siyasal zemine imkân sağlar. Böylece siyaset belirleyici bir fonksiyon icra etme imtiyazı kazanır. O yüzden şeytan dikkat edilmesi gereken ötekimizdir. Nefis ise arzu ve isteğin kaynağı olarak şeytanın rahatlıkla bağ kuracağı bir zemine sahip olması, imtihan gereği de olsa onu etkileme durumu söz konusudur. İşte bu noktada insan, her iki ötekisine karşı ilahi inayeti yanında görmesi için fıtratını gerçekleştirme arayışını güçlü bir şekilde hayata geçirmelidir.
Epistemolojik olarak;
aklı ve tecrübeyi öne çıkararak yegâne hüküm kaynağı haline dönüştürme… Modern düşüncenin modern insana attığı en büyük kazıktır. Yargının kaynağı olma imtiyazı gibi görünse de büyük bir aymazlığı ve tekebbürü işaret eder. Akıl ve tecrübe sadece olanın nasıllığını işaret edebilir. Neliği ise her zaman olan açısından saklı kalacaktır. İşte olanın neliği meselesi ancak aşkınlığı dikkate alarak insanın dışından bir gerçeklik zemininden hareketle anlaşılabilir. Din, bu temel gerçekliği sunar. Bu yüzden, bir şeyin hakikatini bildiren din/aşkın kaynak iken, nasıllığını ise ilahi inayet üzerinden yine verili olarak insanda bulunan akıl ve tecrübe üzerinden elde edilir. İnsanın kendisine mahsus ve kendisinden neşet eden bir güç, imkân ve imtiyaz yoktur.
Fıtrata dönüş hamlesi…
İnsan fıtrata dönerek, kendi doğasına yüklenmiş amacı gerçekleştirme arzusunu gerçekleştirecektir. Bu yüzden ne yapılması gerektiği de yine kendisini yaratan ve fıtratını ona sunan Güç olan Rabbi tarafından ona verilecektir. İlahi bilgi insana kendi fıtratını tanıma zemini sunar…
Epistemolojik hamle:
vahiy ve kutlu elçilerin örnekliği ile birlikte sözsüz vahiy olan kâinatın birer ayet olarak değerlendirilmesi… İnsan anlam arayışında ilahi bilgiye istinat ederek varlığının anlamını ve var oluşunun amacını kazanabilir. Ona göre hareket ettiğinde ise kendisine yüklenilen amacı gerçekleştirebilir. Bu açıdan vahiy; sözlü veya sözsüz vahiy/ayetler/işaretler insana yol göstericidirler. Ama sözsüz vahyi sözlü vahyin kılavuzluğunda okumanın önemini idrak ederek…
Ontolojik olarak:
istikamet üzere bulunma ve sadece Allah’a yönelmeyi bir itiyat haline getirme… İstikamet üzere olma, insanın kemale doğru yürüyüşünü güçlendiren bir olguyu işaret eder. Sürekli bir istikamet üzere olma ise ilahi rızaya yönelmeyi beraberinde taşıdığı zaman kemale ulaşır. İnsanın kemal ile muttasıf olması, istikamet üzere ve ilahi rızaya matuf yaşamı doğallaştırarak kendiliğe dönüştürmesine bağlıdır.
Kelami olarak:
iman ve teslimiyet (yani müslüman olma) ve bunların doğal sonucu olan itaat ve tevazuu… Güven ve teslimiyet iki temel unsuru işaret eder: şükür ve tevazuu/sınırını belirleyerek ona tabi olma hali… İtaat etme, sınırları bilme ile ilişkili bir durumu gösterir. Kişi, iman ederek varlığının anlamını izhar eder, teslim olarak da bu anlamın ete kemiğe bürünmesine zemin hazırlar. İşte bu noktada şükür hali insanın normali olur. Tevazu ise vazgeçilmezi…
Siyasi olarak:
Hilafet; adil yönetim ve ahlaki davranış… Siyaset, bozgunculuğu inşa ettiği gibi insanın halife oluşunu da temellendirerek varlık kazanmasına zemin oluşturabilir. Bu yüzden adil bir yönetim her şeyi yerli yerinde ve haklının hakkı verilerek düzen sağlanabilir. İşte bu adalet ve ahlaki zemini güçlendirmek içinde ahlaki zemini sağlamlaştırmak ve onun sosyal zeminini güçlendirmek şarttır. Siyaset, ferdi ve toplumu adalet ve ahlak toplumu haline getirme uğraşısını vererek kendi yönetimini hakkın emrine tevdi eder…
Sosyolojik olarak:
adalet, şefkat, merhamet ve sadakat ile bundan oluşacak salih amel, hasene ve paylaşma ile yardımlaşmadır… Toplumu ayakta tutan şey; merhamet, şefkat ve adalettir. Adaleti şefkat ve merhamet ile taçlandırdığınızda olumlu bir zemine taşırsınız, oluşturacağı sorunları berhava edersiniz… Sadakat, toplumsal güveni sağlar, iyilik yapmak, iyiliği çoğaltacak eylemler gerçekleştirmek ise toplumu birbirine karşı koruyucu kalkana dönüştürür. Sürekli iyiye, güzele ve doğruya yönelmeyi bir imkâna dönüştüren bu toplumsallık, ferdin sadakatini de icbar eder.
Psikolojik olarak:
güven, itminan, yakin bilgi ve bunların sonucu oluşan sükûnet, huzur ve itidal üzere bir tevekkül ve teşekkür hali… Psikolojiyi güvenle taçlandırdığınızda itminan ve huzur oluşur. Huzur oluştuğunda beraberinde yakini bilgi ve itminanı sağlar. Bu da beraberinde sükûnet ve huzuru inşa eder. İşte itidal ve tevekkül hali insanı şükreden bir kula dönüştürür.
Kalp, vahiy, ayet bağlamında bir tezekkür ile akıl, mantık, tecrübe bağlamında oluşacak müstağnilik bizim fıtratla ilişki boyutumuzu gösterir. İnsan ilahi rehberlik üzerinden kalbinin sesini dinleyerek akıl, mantık ve tecrübesini bu zemine göre yeniden yorumlayarak fıtratına uygun bir yaşamı içselleştirebilir.
Temel sonuç:
Her yaratılmış varlık, ancak kendi yaratılış amacına uygun kullanılırsa insanı fıtratına/yaratılış amacına taşıyabilir… Burada itidal dengesi ve hikmet önemlilik arz eder…