İktidarın Mülteci Politikasındaki Değişimi…

Abdulaziz TANTİK

İslam, kendisine sığınan her insanı, barış içinde varlığını idame edecek koşullara sahip olabilmesinin imkânlarını sunar… Tek istisnai durum ise o sığınan kişinin, başkasının canını yakması, malına zarar vermesi, kanını dökmesi halinde gerekenin yapılacağıdır. Yani sığınan kişi, eğer bir başkasına zarar vermiyor ve edebi ile yaşamaya çalışıyorsa ona yönelik bir yaptırım yapmak mümkün görünmemektedir. İslam, bu anlamı ile ‘ülke sınırı’ kavramını bir saldırı durumunda kullanıma dahil eder. Saldırı, her halükarda savunma dışında sorunlu kabul edilmiştir. Kendisine sığınanı da kapı dışarı etmeyeceği gibi ona müşfik davranır. Rahmet sıfatının tecellisi olma babında iktidarlara düşen sorumluluk ortada duruyor. Maalesef, modernleşme, ulus devlet algısı, toprak bütünlüğü hikâyesi, insanları yaşadığı yerin tek maliki gibi algılanmasına neden olmaktadır. Hâlbuki bu topraklarda bize ait ne var ki; insani çaba ve gayret, uğruna verilen şehitler zaten size bu toprağı mübarek kılmaktadır. Ama bilinmeli ki, buna rağmen bütün bu toprakların ve dünyanın geri kalan topraklarının da tek sahibi vardır: O da Allah cc… Bu temel gerçeği görmezden gelen bir iktidarın ümmet vurgusunun bir anlamı kalmayacaktır.

Seçim sürecinde meydana gelen mülteci tartışmalarını hep birlikte izledik… Bu tartışma sürecinde iktidar adaylarının iki kampa ayrıldıklarını da gözlemledik… Millet İttifakı ve sonradan Millet İttifakına katılan Zafer Partisi de mültecilerin amasız geri gönderilmesini savunan bir yaklaşım geliştirmişti. Bu yaklaşım biçimi onaylanmadı. İktidar ise tam tersi, mültecileri savundu. Yasal olmayan bir göç zeminine de izin vermeyeceğini deklare etmişti. Ümmet vurgusu yanında onlar bizim kardeşlerimiz vurgusu ise yüreklerde olumlu bir yankı uyandırmıştı.

Seçim bitti, iktidar yeniden kazanıldı. Ve mülteci politikalarında ciddi bir değişim gözlenmeye başlandı. Düzensiz göç, kanun dışı yollarla ülkeye gelen mültecileri tekrar ülkelerine gönderme iradesi, İstanbul dâhil birçok şehirde gözle görünür bir ava dönüştü. Mülteciler korku içinde varlıklarını sürdürmeye çalışırken, Afgan, Pakistanlı ve Suriyeli düzensiz göçmenler bulundukları yerde gözaltına alıp onları ülkelerine geri gönderme yarışı başladı. Bu durum fetvalara yansıdı. Cuma namazına gitmemeye fetva verildi, Suriyeli göçmenlere…

Özellikle haberlere yansıyan ve sosyal medyada görülen haberlerin içeriklerinin doğru olmamasını umuyorum. Yakalanan mültecileri dövmek ve onları geri gönderme prosedürüne tabi kılmak, en hafifinden bir zorbalıktır. Seçim öncesi yaklaşım ile seçim sonrası yaklaşım arasındaki bu değişimi not etmekte yarar var.

Ayrıca eğer bu mülteciler olmasa, birçok atölye ve iş yeri eleman bulmakta zorlanacaktır. Çünkü Türk evladı, öyle aşağılık gördüğü bu işlerde çalışma isteği duymamakta ve kendini aşağılanmış görmektedir. Çırak nerede ise her iş kolunda yok olma derecesine ulaşmıştır. Bir musluk değiştirme, bir şeyi tamir etmek için epey bir araştırma yapmayı zorunlu kılmaktadır. İktisadi olarak bu mültecilerin ülkeye yaptığı katkıyı iş adamlarından öğrenmekte yarar var. Onlar muhtemelen siyaseten konuşmaktan imtina ediyorlar. Ama birçok iş kolu yeterli eleman bulmada zorlanacaktır. İktisadi anlamdaki sosyolojik değişimi iyi okumadığınızda ciddi sorunlar yaşamaya başlarsınız. Kiraların yüksekliğini sebep göstererek mülteci avına çıkmayı masum kılacak bir delil bulamazsınız…

Meselenin birde ülkenin gelecek beklentisi ve bu konuda iş birliğine yöneldiği İslam dünyasındaki ülkelerle ilişkileri bağlamında da ele alınmalıdır. Eğer ilişki kurulan ülkelerin müslüman ümmete yaklaşımı üzerinden mültecilerle bir bağ kurulacaksa bu çok sorunlu bir yaklaşım olacaktır. Ayrıca iktidar sahibinin daha önce söyledikleri ile çelişen bir durumu işaret eder. Sekülerleşen bir dünyada sekülerleşmeyi kendilerine hedef biçmiş İslam dünyasındaki ülkelerin tutumlarını paylaşmak ciddi sorunlar üretir. Ümmet dediğimiz geniş halk kitlelerinin vicdanlarında ciddi bir travma yaratır. Ülkemiz için sürekli hayır dualarda bulunan Müslümanların dualarından mahrum hale gelebiliriz. Ayrıca siyaseten de ümmetin direncini ve gücünü arkasına almayan bir ülkenin dayanma gücü zaafa uğrar.

Düzensiz göçmenlerin kendi ülkelerinden koparak ülkemize gelmeleri, burayı bir basamak ve geçiş olarak kullanarak Avrupa ülkelerine gidiş zemini kılmalarının tabi ki savunulacak bir boyutu yoktur. Ama kimin öyle kimin öyle olmadığını bilme imkânı olmayan her olayda masumiyet karinesi esas olmalıdır.

İktidarın şu soruya cevap vermesi elzemdir: Seçim öncesi dönem ile seçim sonrası dönemde ulusal ve uluslar arası ilişkilerde bir durum değişmesi söz konusu mudur? Erdoğan, seçim öncesi söylediği sözlerin arkasında durmaya devam ediyor mu? Yoksa kendisine sunulan bir proje kapsamında yeni bir politik tutuma mı yöneldi. Seçmenler olarak bunu bilme hakkımızın olduğunu açıkça beyan etmekte yarar var…

Müslüman kamuoyunu mülteci meselesine daha fazla duyarlılık göstermeye davet etmekte fayda var. Ümmet şuurunun kaybolmaması, daha fazla muhafazakâr ve milliyetçi bir çizgiye kaymamak için yeniden ümmet ve dini yaşama kaygısının şuurunu kazanmakta yarar var. Korkunun ecele faydası yok derler. Haklıdırlar. Müslümanlar kendi ahlaki ilkeleri ile var olma çabasına sahip olamazlarsa, olup bitene yönelik eleştirilerinin bir karşılığı kalmayacaktır. Mazlum Der başka olmak üzere her toplumsal kurum, bu yeni zulme dur demeye yönelik bir hamleye ortak olmalıdır. Bize sığınan, topraklarımıza sığınan bu insanlara göz göre – göre zulmedilmeleri ve zorla gönderilmeleri kabul edilebilir bir durum değildir. Makul ve ahlaki olmayan her siyasi eyleme karşı çıkmak ise vicdanlı her insanın tavrı olmalıdır.

Müslümanların bu kadar sessizliğe gömüldüğü başka bir tarih dilimi var mı? Hatırlamıyorum… Eğer göçmenlerin gelmesini istemiyorsan, gereken tedbiri alırsın ve içeri almazsın… Bu yasal zemin dışında mültecilere yönelik baskı, şiddet ve benzeri uygulamalara dur demek şarttır. Çünkü hepimiz bu durumdun sorumlu tutulacağız…

Müslüman, farkında olandır. Nelerin olup bittiği konusunda bir fikir sahibi olmalı ve ona göre tavırlar geliştirmelidir. Farkındalık olmazsa olmazı olmalı müslüman insanın… O her zaman kendi sorumluluğunu yerine getirmeye çalışır ve asla başkası için zulme aracı olmaz! Zalime dur demeli ve zulme engel olunmalıdır. Eli, kolu, kanadı kırık mültecilere yönelik şiddet ve baskı kabul edilemezdir. Uyarıyı ciddiye alacak çok kişinin olacağını kabul ederek sözlerimi ifade ettiğimi belirtmek isterim…

İktidarda bize yakın insanların varlığı, haksızlık karşısında susmamızı gerektirmemelidir. O doksanlı yılların dinç, dinamik, gelişken ve direngen nesli ne oldu size; Beyazıt Camii çıkışlarını unuttunuz mu? Üstümüzdeki bu karabulutları dağıtmanın zamanı gelmiştir artık! Haklı her eyleme destek, haksız her eyleme de karşı çıkmak müslüman olmanın şiarındandır.