Felaketle Uyanmak
Felaketle Uyanmak
5 Şubat gecesi deprem ile uyanan şehirlerimiz oldu. Binalar yıkıldı. Yaralı ve ölüler bulunmakla birlikte, enkaz altında kurtulmayı bekleyen insanlarımızda vardır. Kurtarma faaliyetleri, yardım faaliyetleri gerekli olduğu biçimi ile yapılmaya çalışılmaktadır. Halkımız bu konuda çok fazla bir duyarlılığa sahiptir. Sivil toplum kuruluşları hemen iş başına geçmiştir. Yardım faaliyetlerinin koordinasyonu yerine getirilmektedir. İlk deprem gece dört gibi iken ikinci deprem öğlen bir buçuk gibi gerçekleşti. Canlı yayında binaların yıkıldığını gözlerimizle izledik. Büyük bir felaket ile karşı karşıya kaldığımız açıktır. Rabbim yaşadığımız her şeyi hayra tebdil eylesin…
Meselenin maddi boyutu ve desteği bir tarafa, her felaketin bir ‘haber’ oluşunu dikkate almalı ve hayatımızı anlamlı bir şekilde sürdürmenin imkânlarını elde etmeliyiz. Depremler ilahi uyarı cinsinden ele alınmalıdır. Salt bir doğa yasası olarak ele almanın mümkünlüğü söz konusu edilebilir. O zaman mesele tam olarak açıklığa kavuşturulamaz! Televizyonlarda her depremde olduğu gibi gerekli hazırlıklar yapılmalı, binalar depreme dayanıklı tekniğe göre yapılmalı, deprem sırasında neler yapılması gerektiği konusunda eğitim verilmeli vesaire… Bütün bu olup bitenler bizim anlam ile birebir ilişki kurmamızı sağlamıyor maalesef… Bu temel gerçeğe istinaden doğa ile olan ilişkimizi ve bizim yapıp ettiklerimizin doğa üzerindeki etkisini de yeniden ele almanın gerekliliği tartışma dışıdır.
Seküler bir mantık üzerinden ‘bu bir doğa olayıdır, Allah’ın gazabı ile bir ilişkisi yoktur’ demek, insanın kendi vicdanının sesini bastırmaktan öteye gitmemektedir. Elbette ki meseleyi ilahi gazap ile temellendirerek yapılan maddi hataları gözden ırak tutmanın da bir başka açıdan vicdanın sesini karartmak anlamına geldiği bütün açıklığı ile dile getirilmelidir. Ama bütün bir varlık akıllı ve canlı olarak bir etkileşim içinde var olduğunu gözden uzak tutamayız. İster post modern bilimsel veriler eşliğinde ister ilahi vahyin belirttiği zemin üzerinden meseleyi ele alalım; varlığın bir aklı ve canlılığı söz konusudur. Yani cisim dediğimiz şey bile taş Allah’ı zikreder. Bu zikrin gösterdiği gibi insan formu biçiminde olmasa bile her varlığın bir canlılık taşıdığı ve kendisine yüklenilen sorumluluğu yerine getirdiğini gösterir. Bu konuda ciddi araştırmalar var ve yayınlanmaktadır.
Yaşamın oluşumunda insanın etkisi tartışılmaz, ama bir o kadar da etkileşimin sonuçlarından etkilenen bir özellik taşıyor insanoğlu… Yani, insanoğlu, yaşadığı her şeyi kendi elleri ile yaptığı şeylerden dolayı tatmaktadır. İnsan, kendisine yüklenilen sorumluluğu yerine getirmede gevşeklik yapan, bazen kaçınan ve kendi çıkarı uğruna yanlışa sapan bir karakteri taşıyor. İşte bu zeminlerde yaptığı kötülüklerin bir gün dönüp kendisini bulması da kaçınılmaz olmaktadır. İşin bir tarafında bu temel gerçeklik yatmaktadır. Ama bir adım ötesi ise daha önemli ve dikkate değer bir özellik taşıyor: insan sadece kendisinden sorumlu değil, etrafında olup biten her şeyden de gücü nispetinde sorumludur. Yani kişi salt kendi yapıp ettikleri üzerinden sınırlı bir zeminde hesaba çekilmeyecek, yapabileceği halde veya önleyebileceği halde meydana gelen kötülükler üzerinden de hesaba çekilir. İşte bu sonuçların bir kısmı ahirette ise bir kısmı da dünyada vuku bulur.
Buradan çıkaracağımız temel ders: insan yaşamı etkileşim içinde var olmaktadır. Kendisine sunulan ilkeler üzerinden ahlaki bir yaşamı içselleştirmeli ve asla kendisini ama salt kendisini düşünerek, kendi çıkarını önceleyerek var olmaya yönelmemelidir. Zulüm, baskı, hakaret, haksızlık, yalan ve talan ile meşgul olmamalıdır. Bu hareketlere yönelik bir tepkiselliği ise gecikmeden göstermelidir. Etrafımızda olup biten zulümlerin bir gün gelip bizi bulacağı bir hayal değildir. Selam yurdunu inşa etme sorumluluğu verilmiş insanoğlunun dünyayı cehenneme dönüştürme arayışı elbette ki cezalandırılacaktır. Bu cezalandırılmanın yeri ve zamanı tabi ki ilahi irade ile ilişkili olduğu kadar insanın yaptığı bu hataların diğer canlılar ile olan ilişkisindeki zulmün niteliği ile de ilişkili olmalıdır.
Bu noktada bir temel gerçeklik ise, kişinin karşı karşıya kaldığı bu felaketler yüzünden hesaba çekilmeyeceği, eğer bir dahli söz konusu değilse, ama felakete karşı gösterdiği tepki üzerinden hesaba çekileceğidir. Gerekli dersleri çıkardığında, yapması gereken yardımı vakti zamanında yaptığında, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğinde ilahi inayet ile mükâfatlandırılacaktır.
Bu durum bize kozmolojinin ilahi iradeden ve ulûhiyetten bağımsız olmadığını göstermelidir. İnsanın bizatihi salt kendi olarak varlığı yerine biz olarak varlığının önemini açığa kavuşturduğunu gözlemlemeliyiz. Bir idrak ile bütün bir varlığı ve yaşamı kendi bütünlüğü içinde anlamlandırmadan insanın kendi kurtuluşunu sağlaması düşünülemez! Bu çerçeve içinde ben, biz içinde benliğini kazanarak varlığını ilahi rızaya atfetmelidir. Yaptığı her şeyin kendi geleceğini belirlediğini de unutmamalıdır.
İlahi esma ve sıfatların anbean varlığın ve yaşamın her anında tezahür ettiği gerçeğini doğru kavradığımızda kendi insan olma potansiyelini ve varlığın hem kendi potansiyeli ile hem de insana müsahhar kılınışının yüklediği sorumluluğu idrak edebiliriz…
Rabbim, depremde ölenlere rahmet eylesin, mekânlarını cennet eylesin, yakınlarına sabrı cemil ihsan eylesin, yaralılara şifalar versin, depremden zarar gören ahaliye sabır ihsan eylesin, katından onları mükâfatlandırsın, aralarındaki ülfeti çoğaltarak paylaşmayı öğrenmelerine vesile kılsın. Deprem alanının dışında kalan biz müminlere de o kardeşlerimize yardıma koşmayı, onlarla dayanışma içinde olduğumuzu gösterecek vesilelere sahip çıkmayı nasip etsin. Rabbim iki cihanda biz müminleri muhafaza eylesin… Âmin…