Düşünce Üzerine - III
Her düşünce bir insan tanımı ile kurulur. Bugüne kadar düşünce olarak varlığını ortaya koyan düşünüşler insan tanımı yaparak anlamlandırma yapmaktadırlar. Vahiy/gönderilen bilgiye dayalı dinler de insan tanımı yaparak bir anlamlandırma yapmaktadır.
Düşünce sadece insan tanımı yapmaz, Tanrı, hayat ve hayatın sürekliliği gibi hayatı oluşturan varlıklar ve her varlığın konumu ve değeri üzerine de tanımlar yaparak oluşurlar. Tanım yapmadan bir düşünce üretimi ve varlığından söz edilemez. O yüzden her düşünce kendisine ait tanımlarını yaparak varlığın anlamını ve gizemini ortaya çıkartma iddiasında bulunur.
Meseleyi düşünce tarihi açısından değerlendirdiğimizde de aynı durumla karşı karşıya kalırız. Tarihsel sürekliliği içinde düşünce, yaratılış, Yaratıcı ve yaratılanların hem Yaratıcı ile ilişkisi hem de kendi aralarındaki ilişkinin mahiyeti bağlamında ortaya tanımlar, yargılar ve betimlemeler koymaktadırlar. Felsefe veya siyasi sistemler bu tanımlar ve yargılar üzerinden kurulur.
Her tanım içinde bir anlamı barındırır. Anlam olmadan tanım yapmanın bir karşılığı olmaz! Bu yüzden anlam, felsefi sistemlerin ve dinlerin ortak inşa etmeye çalıştıkları en önemli zemini işaret eder.
Anlam dediğimiz andan itibaren ise insan akla düşer. Çünkü insan, anlamlandırır. Düşünce insanın bu anlamlandırma çabasının bir karşılığı olarak gündeme düşer. Bu yüzden insan düşünür, düşündüğünü sistematik hale getirdiğinde düşünce dediğimiz olgu meydana gelir. İşte bu noktada düşünce, anlam ve tanım üretmede insana olan ihtiyacını belirgin kılmalıdır.
Bu noktadaki döngüsel hareketi dikkate sunmak düşünce açısından kaçınılmaz bir sorumluluktur. Bu noktada düşünce ve insan arasındaki döngüsel hareketten bahis açmakta yarar var. Bu da insanın aşkın bir var olma biçimi ile karşılıklılık esasına göre bir ilişki biçimi gerçekleştirdiğini gözlemleme imkânı elde ettiğini söylemeliyiz. Düşünce insan aklına ve yorum gücüne dayalıdır. İnsan ise düşünce gücünün oluşturduğu anlam ve tanıma göre bir yaşam kurma biçimiyle karşı karşıya kalandır.
Düşüncenin kaynağı meselesi burada önem arz etmektedir. Düşüncede anlam ve tanım dediğimiz andan itibaren zorunlu olarak düşüncenin kaynağının neliği meselesi önümüze gelecektir. Bir tanım, iki türlü yapılabilir: aklın kendi alanı içinde olup bitene dair yaptığı gözlem üzerinden akıl yürütmesi sonucunda elde ettiği şeydir. Bu tanım, eğer vakıa ile mutabakat oluşturuyorsa sorun çözülmüş olur. Eğer bir noktada vakıaya tekabül etse dahi başka noktalarda vakıaya tekabül edemez bir özellik gösterdiğinde sorunu işaret etmiş olur. İşte bu yüzden aklın yorum yaparken elde edeceği aksiyomlara ihtiyaç hâsıl olur. Bu aksiyomlar, varlığa, var oluşa ve ilişkiler ağına yönelik bir anlak ve anlam üretebiliyorsa sorunu çözüme kavuşturma özelliği kazanır. Ancak insan, yaratılmış bir varlıktır. Yaratıcı özelliği ise sınırlıdır. Bu konuda Düşünce Tarihi bağlamında da bir tartışma yoktur.
Peki, yaratılmış bir varlığın ve sahip olduğu düşünülen aklının yaratılışı bütün muammaları içinde anlaması ve tanımlaması imkânı nedir?
İşte bu soru meselenin özünü verecektir bize… Yine düşünce tarihi açısından meseleyi ele aldığımızda bu konuda ileri sürülen bütün görüşlerin muhalifi olduğunu ve sorunu çözme konusunda kısmi başarılar olmakla birlikte bütünüyle çözüm üretemedikleri açıktır. Bunu felsefi birikimler açısından da söyleyebiliriz. Hatta bugün bilimsel gelişmenin geldiği nokta açısından da durum bundan başka bir şey değildir.
O zaman ikinci şıkka gelebiliriz. Anlam ve tanımı, yaratılışı gerçekleştiren Yaratıcı Tanrı/Allah insana lütfü ile gönderirse mesele çözüme kavuşmuş olur. Bu tanım insan açısından aşkın bir kaynağa tekabül eder. Din dediğimiz olgu da buradan neşet eder. Din, Allah tarafından seçilmiş bir insana anlam ve tanım bilgisi gönderme olgusudur. Düşünce bu anlam ve tanım üzerinden hayatı, eşyayı, Tanrıyı, hesabı, hatta yeniden dirilişi de dikkate alarak bir dünya görüşü kuracak bir düşünceyi inşa eder. İşte bu düşünce oluşturduğu anlam ve tanımlara dayanarak insanlığa yeni bir anlam katma imkânını elde edecektir. Bu noktada aşkınlıkla kurulan bağın güvenirliliği gündeme gelecektir.
Bu güven iki türlü sağlanacaktır. Adalet duygusu ve vicdan… Adalet duygusu, anlam ve tanım üzerinden sağlanabiliyor ve bu insan tarafından gözlemlenebilecek bir düzeyde işlerlik kazanıyorsa o kaynağa yönelik güven kendiliğinden gelişir. Ortaya konan tanımlar vicdanla uyumlu ise bu güven güçlenerek varlık kazanacaktır. İşte bu insanın insan olarak aşkınlıkla kuracağı bağın gücünü de göstermiş olur.
Düşüncenin kaynağı meselesini biraz daha açıklığa kavuşturalım:
Düşünce aşkınlık tarafından belirlenen aksiyomlara sahip olur. Bu aksiyomların düşüncede sistematik bir teknik oluşturarak mevcudu yorumlama imkânı kazanmasını sağlar. Bu noktada aşkın olan ile insani olan birleşir ve bütünlük oluşturduğu sürece de anlam derinlik kazanırken tanımlar vakıa ile mutabakat halinde kalır.
Bir düşünce bir tanım ortaya koyduğunda üzerine bina ettiği bir anlam ve bu anlamı da belirginleştiren aksiyomu olduğunu gösterir. Mesele zaten bu aksiyomların kaynağı, adalet ve vicdan üzerinden oluşturacağı güvendir. Bu güven çoğu kez, güçler tarafından da sağlanabilir. Yoğun bir propaganda, askeri gücün sağladığı avantajlar, siyasal sistemin ürettiği zenginlikten pay almanın kolaylığı vesaire gibi unsurlarda insan bir güven sahibi olabilir. Ancak sürekli yaşadığı tedirginlikler, stres ve vicdanında oluşan sızılar, yanlış yaptığını ona hatırlatır.
Yani güven öyle kolay gerçekleşecek olan bir şey değildir. Bir sürü olayın bileşik halde insana yönelik oluşturduğu algıların bütünsel zeminidir. İnsan, düşünce üzerinden bu gizi çözüme kavuşturur. Yeni anlam ve tanım yapma istidadı kazanır. Zaten bu istidat hep vardır insanda…
Bu anlam ve tanımın uygulamada neler yaptığını gözlemleyelim…
Dinin insan tanımı ile klasik felsefenin insan tanımı ayrıdır. Klasik felsefe ile modern felsefenin insan tanımı da farklıdır. Modern felsefe ile modern bilimin de insan tanımı farklıdır. Post modern felsefenin insan tanımı da diğerlerinden çok farklıdır. Aynı şekilde varoluşçu felsefe ile evrimci felsefenin insan tanımı da farklıdır…
Bütün bu farklı anlam ve tanımlamalar, farklı aksiyomlara sahip olma ve varlığı, oluşu yeni bir anlam dizgesi altında anlama çabaları ile ilişkilidir. Modern dönemde ise bu anlam ve tanım kurgusal bir zemine kavuşturulmuştur. Ayrıca eşyanın bütünlüğü parçalanarak onu özerkleştirmiş ve bu özerkliği içinde anlam ve tanım yapma süreçleri başlatılmıştır. Son yüz elli yıldır bu süreç işlerlik kazanmış ve düşünce bu süreç tarafından işgal edilmiş durumdadır. Yeni düşünce aşkınlıkla bağı kopartmış ve yeni bir düşünce süreci başlatmıştır. İnsan bu yeni durumda yeni anlam ve tanımlara muhatap olmak durumunda kalmıştır. Aslında insanlar içinde bazı insanlar, düşüncede aşkınlığın yerini alan yeni aşkınlıklar kurmayı başarmış ve kültürel bir baskı aracına dönüştürmüştür. Bu temel gerçeği hesaba katmadan düşünce ve mekaniği üzerine tartışmanın anlamı kalmamıştır. Bu yüzden bu yeni durumu ve öne çıkardığı anlam ve tanımı dikkate alarak yol almayı sürdürmeliyiz.
Bugün yapay zekâ dediğimiz olgunun insan tanımı da artık farklıdır. Bu farklılığı görmek için insana dair yapılan tanımları dikkate alalım: felsefe açısından insan, yaratılmış varlıklardan farklı olarak düşünme yetisi vardır. Onu farklı kılan düşüncesidir. Bu temel aksiyom, felsefenin temelini kurmuştur. Varlık hiyerarşisinde başa konan insan felsefenin de temel konusu olmuştur.
Dinler, insanı varlık hiyerarşisinde tepeye koyduğu gibi onu varlıktan farklı olarak sorumlu ilan etmiştir. İnsan, imtihana tabi tutulan sorumlu bir varlıktır. Allah ile muhatap olma liyakatini gösterdiği için hiyerarşide en başa ve varlığın kendisine musahhar kılınışının zeminini işaret eder. Kadim dönem aşağı yukarı bu şekilde insan tanımına sahip olmuştur. İrili ufaklı farklılıklar bu temel durumu değiştirmemektedir.
Modern dönem ise bambaşka bir insan tanımı ile başlamıştır. Allah merkezli bir düşünce hayatından insan merkezli bir düşünce hayatına geçiştir, modern düşünce… İnsan, özne olarak bilginin ve bilişin merkezi haline dönüştürülmüş ve Allah’ın varlığını da insanın bu özne olarak düşünce yetisine bağlanmıştır. Daha sonra bu da aşılmış ve insanın yaratılışın en önemli meyvesi olduğu aksiyomu öne çıkarılmış. Ama modern düşünce burada durmamış, insanı Tanrının yerine ikame ettikten sonra bu yeri hangi insan doldurmalıdır sorusu ortaya çıkmıştır. Önce aydınlanmış insan bu özelliğe sahiptir.
Dolayısıyla aydınlanmamış insan, insan olma yolunda olan ama insan olamamış varlık tanımı ortaya konmuştur. Sonra, insanlar arasında hiyerarşi olmadığı tezi ortaya konmuş, insan hakkı, kadın hakkı, çocuk hakkı olarak parçalanarak eşitlik üzerinden dağıtılmıştır. Bir adım sonrası ise Yunan düşüncesindeki Tanrılar savaşında baş Tanrı olan ve diğer tanrıları yenen Zeus, Çağdaş dönemde adını ortaya koymadan kendini ilan etmiş ve insan, artık yaratılış skalasında önemsizleştirilmiştir. Hayvan ve doğa hakları üzerinden elde edilen yeni düşünce aslında budur…
Yeni düşüncede insan, hiyerarşisi olmayan varlık zemininde herhangi bir varlık derekesine düşürülmüştür. O kurgulanmıştır. Moda ve kültür aracılığı ile yeni rol modeller üzerinden yeni bir yaşama kurgulanmış ve kendisine dikte edilen yeni hazlar aracılığı ile kendisine yabancılaştırılarak boyunduruğa alınmıştır. Yapay zekâ, yeni tanrı ve ayrıcalıklı tür olarak öne çıkarılmaya başlanmıştır.
Tanrılığını ilan etmeden Tanrı rolü oynayanların yeni ayrıcalıklı türü yapay zekâ olacaktır. Bu bütün çıplaklığı ile ilan edilmiş durumdadır. Bu düşünce mekaniğini doğru kavrama açısından da bize önemli bir örnekliktir. Yani düşünce mekanik olarak kendi anlamı ve tanımı ile bir düşünce kurar ve bu düşünce insanın neliği meselesini açıklığa kavuşturur. Bu sadece insanın neliği meselesi değil bilakis, varlığın, varoluşun ve ilişkiler yumağının neliği meselesini de açıklığa kavuşturuyor.
Düşüncede anlam ve tanımın ne kadar önemli olduğunu anlamanın zeminini işaret etmiş durumdayız. Böylece anlam ve tanımın düşünce açısından önemi ve düşüncenin ürettiği anlam ve tanımın varlığı belirlediğini algıladığımızı düşünmekte bir beis yoktur.
Ve işte bu insan tanımının farklılığı yeni bir ahlâk tanımı, ilişkiler ağı, sosyal yaşam ve siyaset biçimini de beraberinde taşıyor… Yani içinde yaşadığımız ve teneffüs ettiğimiz havayı sağlayan kültürel dokunun hikâyesi burada başlıyor. Yola çıkmak için yeni bir hikâyeye ihtiyaç vardır.
Her hikâye ise bize yeni bir anlam ve bu anlamdan hareketle tanım yetisi kazandırır. Mesele bir hikâye kuracak bir beceriye sahip olup olmadığımız. Tarihsel süreklilik sürekli yeni hikâyeler kurulduğunu bize gösteriyor.
O zaman bizde yeni bir hikâye için aklımızı çalıştırmaya başlayalım. O zaman düşünce bize kendi aksiyomumuz üzerinden yeni bir anlam ve tanım yapma gücü verir. Yeni bir dünya da bu anlam ve tanım üzerinden kurulabilir. Önemli olan insan olarak kendi adalet duygumuza ve vicdanımızın insan oluşumuz üzerindeki kalıcı etkisini, hatta aşkınlığını fark edelim…
Devam edecek...