Dünden Bugüne Laiklik Tartışmaları Bize Ne Söylüyor?

Abdulaziz TANTİK

Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Dünden Bugüne Laiklik Tartışmaları
Bize Ne Söylüyor?

Abdulaziz Tantik Laiklik tartışmaları batılı ülkelerdeki anlamı ile müslüman ülkelerdeki anlamı arasındaki bariz farkı kavramadan laikliğin ne olduğuna dair sahih bir anlayış geliştirilemez!   Batı’da laiklik/sekülerlik, Kilise hegemonyasına karşı yeni yükselen burjuva sınıfının kendi egemenlik imtiyazını elde etme arayışının dışa vurumudur. Mülkiyet kavramı ile sekülerlik/laiklik kavramı arasındaki irtibatı anlamadan da burjuvazinin niye laikliği/sekülerliği istediğini anlamakta zorlanılacak demektir.   Bilgi ve iktisadi mülkiyeti kendi tekelinde tutan kilisenin bu tekelini kırmanın tek yolu seküler bir kültür üzerinden laikliği öne çıkartarak kendine egemenlik alanını açmak ve iktidar üzerinden mülkiyet ve bilgi meselesini çözüme kavuşturmaktı. Bunu da çözüme kavuşturdular. O yüzden küresel bir sermaye ortaya çıktı ve Kilisenin bütün egemenlik haklarını bir imtiyaz olarak devraldılar. Buradan hareketle de dünyaya yeni bir nizam vermeye ve yeniden bir kültür inşasına kalkıştılar, bunda da başarılı olduklarını söylemek mümkündür…   Müslüman Ülkelerdeki laiklik tartışmaları da benzer bir kaygı üzerinden geliştirilmiştir. Nerede laiklik/sekülerlik öne çıkarılmışsa, orada bir iktidar değişimi sağlanmıştır ve yeni bir kültürün izleri görünür olmaya başlamıştır. İşte Türkiye Cumhuriyeti de laikliği ve seküler eğitim ve kültürü kabul ederek ve buna göre ülkeyi dizayn ederek yeni iktidarın egemenliğinin devamına yönelik bir garantiyi sağlamaya çalışmışlardır. İslam Ülkeleri diye tanımlanan her ülkenin durumu buradan farklı bir şekilde olmamıştır. Hatta bugün Suudi Arabistan gibi ülkelerde yeniden bir sekülerleşme dalgasının başlaması da iktidarını sürdürebilme imkânını güçlendirme ile ilişkili olduğunu söylemek yanlış değildir…   Türkiye’de İslamcılığın devreye girdiği altmışlı yıllarla birlikte başlayan laiklik tartışması, öncelikle devletin üzerine bina edileceği bakışın bu toprakların ruhu ile barışık olması ve iktidarın tekrar el değiştirmesini sağlamaya matuf bir tavrın tabii sonucudur. Laikliği savunan ve laikliğe yönelik eleştirilere hukuki engeller çıkararak karşıtlarını hapishanelere göndermek de aslında kendi iktidar alanını korumaya yönelik bir refleksin tabii tezahürüdür. Bu durumun yanlış ve doğru olduğu tezinin dışında ele alınarak düşünülmesi meselenin doğru bir zeminde tartışılmasını ve ülkenin geleceği konusunda daha sağlıklı bir bakış üzerinden bir müzakere geliştirmesi imkânını doğurur.   Ülkemizde tekrar Osmanlı Hanedanının iktidar olması gerektiğini savunacak bir kesimin var olacağını söylemek pek mümkün görünmemektedir. Geride kalan kimse de yoktur, olanların da böyle bir maceraya girmesi beklenilmemektedir. Bugüne kadar ortada olan tablo bu… Şimdi meseleyi bir iktidar değişimi meselesi olarak görmekten çıkartarak konuyu tartışmakta yarar var: Katolik kilisesi, dinin hegemonyasını kendi uhdesinde tutarak başka bir sözcünün varlığını ilelebet yok saymıştır. Çatışma bu zeminden hareketle zorunlu olarak çıkmıştır. Bu noktada laikliğin batılı insan ve düşünce açısından kaçınılmaz bir son olduğunu söylemekte yarar var. İslam ve Müslümanlar ise dinin yorumunun egemenliğinin bir sınıfsal yapıya devredilmesinin imkânsız bir sistemini kurmuşlardır. Âlimler sınıfı ise sınıfsal bir ayrım değil ve herhangi bir kesime, ırka, görüşe vesaire de kapalı değildir. Bilgi, kendisini isteyen ve bu konuda fedakârlık yapan her kese verilen bir olguyu içerir. Kimseye engel konulamaz! Hatta iman etmeyenlerin bile medreselerde eğitim gördüklerini bilmekteyiz. Yani bu konuda dinin hükümlerinin anlaşılması, yaklaşımının geliştirilmesi ve uygulamada oluşacak sorunların çözümü konusunda bir sınır koymaya gerek görmemiştir. Usul, adap ve takva ahlaki belirleyiciler olarak öne çıkmaktadır.   O zaman bugünde ortaya çıkan laiklik tartışmaları aslında iktidar odaklı bir tartışma olduğunu söylemeliyiz ki görüşlerimiz daha doğru bir bakış üzerinden geliştirilebilinir hale gelsin. Laikliği savunan kesim, laiklik üzerinden iktidar gücünden istifade eden kesimin kendisi, derdi, laiklik ortadan kalktığı zaman sahip olduğu gücü kaybetme korkusudur. İktidar gücünün kazandırdığı sınıfsal ayrımlar söz konusu, devlette söz söyleme yetkisinin elinden alınması, sahip olduğu mal, mülk, mevkii kaybetme korkusu, laikliği olmazsa olmaz gibi kabullenmesine neden olmaktadır.   Laiklik tartışmasını bitirmeye yönelik bir uzlaşının oluşması bugün sahip olunan imkânların yarın laiklik ortadan kaldırıldığı zaman bir zarara uğramayacak garantisinin verilmesinin şartlarının oluşturulması gerekir. Yoksa bu çatışma devam ederek insanların hayatlarını etkilemeye devam edecektir. Okullar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşlarının konumları, ticari şirketler vesaire, hep bu tartışmanın geriliminden zarar görmektedirler.   Bu topraklarda batılının getirdiği çatışma alanlarını bir tarafa bırakarak kendimiz olarak burada birlikte var olmanın ve yaşamanın ve kendi geleceğimizi korurken neye istinaden bunu yapabileceğimizin bir müzakeresini yapmakta büyük fayda var. Ama bu müzakere öncesi, her iki kesiminde sahip oldukları çatışma dilinden ve duygusal zemininden kurtulması esasa taalluk eder.   Öncelikle bu durumun entelektüel zeminde bir müzakere adabına uygun tartışılması ve bir noktaya taşınması elzemdir. Eğer mesele iktidar ise bugün iktidarda olanlar müslüman olduklarını her vesile ile deklare eden insanlardır. Bu iktidar döneminde diğerleri olarak kabul edilenlere yönelik bir saldırı, yok sayma, gözden ırak tutma gibi bir durum gözlenmemiştir. Kendi ellerinde bulundurdukları her alanda kendi faaliyetlerini yürüttükleri gibi bunu deklare etme ve muhalefet etmeyi güçlü kılma arayışlarını sürdürmektedirler. Hatta muhafazakâr kesimden ortaklar bulmakta da bir zorluk görmemektedirler. Mesele iktidar değişimi ise bu başka, ama felsefi bir duruşu iktidar olmanın dayanağı haline getirerek insanların inançlarına müdahil olma arzusu ise bu başka bir durumu, olguyu işaret eder.   O yüzden bu ülkede laiklik kendi standartları içinde bir tartışmaya konu edilememektedir. Laikliğin bu ülkenin ruhuna, kültürüne ve yaşam biçimine aykırılığı bir tarafa tam bir despotluk üreterek ülkenin toplumsal ruhunu zedeleyen ve barışı ortadan kaldıran tarafı da ayrıca konuşulmalıdır. Hâlbuki bu tanımlama olmadan (laiklik/sekülerlik) da bu topraklarda insanlar farklı dinlere müntesipliğini sürdürmüş ve kimse onlara baskı uygulamayı aklından bile geçirmemiştir. Ki zaten İslam, her insanın kendi hür iradesi ile kendi inancını seçmesi ve ona göre yaşamasını bir ön koşul olarak ileri sürmektedir. Kimseye gel İslam’a gir diye baskı yapılmasını meşru ve makul görmez! Çünkü imtihan, her insanın hür iradesi ile kendi seçimini yapmasını sağlayacak koşulları oluşturmayı zorunlu kılar. Bu yüzden İslam’a tabiiyet, aynı zamanda başka tabiiyetleri ortadan kaldıran değil, bir arayış sonucu ve isteyerek oluşan bir tabiiyettir. İlahi ferman da bu, ilahi imtihanın tabii tezahürü de budur.   Ülkemizdeki laikler korkmasınlar, onları zorla dine davet edecek değiliz… Çünkü müslüman olmak, bizatihi Allah tarafından seçilmişliği ifade eder. Bu da her kulun nasibi olmayabilir. Çünkü bu, nasip olmaya açıklığı, istemeyi ve büyük bir arzu ile Allah’a yakınlaşmayı içermektedir.   Abdulaziz Tantik