Dua; İnsanlığın/Varlığın Temelidir…

Abdulaziz TANTİK

Varlığın varlığa çıkışını sağlayan şey onun var olma istencidir. Her istenç ise bir dua olarak varlık kazanır. İnsanın varolma biçimi de bu durumdan bağımsız değildir. Allah, varlığa dua/istenç yükleyerek onun var olma şartlarının başlangıcını inşa etmiştir. Bütün varlık ilahi olana yönelik yönelimini bu istenç/dua üzerinden gerçekleştirir. İnsan ise iradi bir varlık olması hasebi ile iradesi üzerinden istenci/duayı bir sorumluluk alanı olarak inşa ederek kendi sınırlarını bilmenin bir imkânı kılar.

Ontik olarak bütün varlık temel bir dua biçimi içinde varlığını idame eder. Bu dua aynı zamanda varlık ile Allah arasındaki ilişkinin niteliğini ve niceliğini de temellendirir. İnsan, kendisinden beklenen duanın dışında iradi varlık olarak başka istençlere yönelme imkânlarına sahiptir. Bu yönelim, insanı sorumlu kılmakta ve insanın ilahi inayet karşısındaki durumunu de tanımlar.

İki tür irade söz konusu edilebilir. Varlığın temel ontolojik zemini olarak istenç/iradenin varlığı ve özne olarak insan ve Tanrının iradi varlık olarak istenci ve iradesinin varlığı ve zemini… İnsani irade ise ilahi iradenin inayet üzere insana bahşedilmiş bir iradesi olduğu ve bu ona gösterilen güveni işaret ettiği gibi onun sorumluluk alanını da belirginleştirir.

Her istek, kendi içinde bir iradeyi barındırır. İstemenin kendisi irade dışı gerçekleşme imkânına sahip değildir.
Bir eylemin gerçekleştirilmesinin zemini iradenin varlığına işaret eder.  Her istek belirli bir yönelim/istikamet üzerinden harekete geçer. İstikameti olmayan isteğin istek oluşu üzerine soru işaretleri doğurur. Bu yüzden isteğin kime ait oluşu, onun yönelimi ile birebir ilişkili bir durumu gösterir. Her yönelim/istikamet ise bir sadakat arayışını beraberinde taşır. Sadakat, eylemin niteliğini belirlediği gibi yönelim ve eylem arasındaki derin ilişkiyi de açığa çıkartır. Bu noktada her eylemin bir niyete ve niyetin ise istikamete yönelik bir nitelemeyi öne çıkardığı söylenmelidir. Niyeti bozuk birinin yönelimi sorunlu, istikameti sapma ile karşı karşıya kalır. Bu niyet bozukluğu ise İradesinin de sorunlu oluşunu işaret eder.

İstemek bir hareket vasfı kazanmaya yönelik bir hamleyi de içerir. Hareket ise durağanlığı aşmanın bir sembolüdür. Her hareket kendi içinde bir durağanlığı işaret etse de hareket her zaman devinim üzerinden değişimin tetikleyicisi olarak öne çıkar. İstek, değişimi beraberinde taşır. Bu değişimin niteliği ise niyetin kendisi ile orantılı olarak ortaya çıkar. Her niyet ise sadakat ile perçinlendiği zaman isteğin sahih ve sahici bir zeminde gerçekleşmesini kolaylaştırır.

Dua, varlığın temel ilkesidir. İnsan/varlık ve Allah ilişkisinde dua temel bir nitelemeyi içerir. Yaratıcı yaratılan ilişkisinde dua Yaratıcı ile kurulacak bağın temelini kurar. Bu dua, niteliği oranında yaratılmış varlığın konumunu belirgin kılar. İnsan ise dua bahsinde temel bir yere sahiptir.

İnsan, yaratılış gereği, irade ve bu iradesini gerçekleştirecek güç kendisine verili olarak sunulmuştur. Dua, irade ile süreklileşen bir ilişkinin mahiyetini temellendirdiği gibi niteliğini de belirgin kılar. İnsanın kendi gelişim dinamiğinde de temel bir rol oynar. Dua, insanın kendi acziyetinin farkındalığına sahip olmasını mümkün kılar. Bu mümkünlük ise insanı, daha ileriye doğru ve gelişimi daha yukarıya taşıma konusunda ona yardımcı olur. İnsanın azgınlığının sebebinin vahiy tarafından ‘müstağnilik’ olarak tanımlandığını biliyoruz. Müstağniliğin ise kendini, kendi kendisine yeterli zannetmeyi içerdiğini de biliyoruz. İşte kötülüğün temelini oluşturan bu durum dua olgusunu dışlayan ve onu yeni bir düzleme taşıyan bir boyut taşıdığını da işaret eder. müstağnilik duayı dışlar. Dua olmayınca varolma biçimi zedelenir. Yani kendi doğal akışının dışına çıkar. Bu da insanı yaralı hale getirir. Sahip olduğu her şeye rağmen insan, bu noktada kendini gerçekleştirme, olgunlaşma ve Yaratıcının rızasına erme konusunda zaaf oluşturur.

İnsan, acziyetini fark ettiği zaman Rabbi ile doğru bir ilişki biçimi kurmayı başarır. İstemek, acziyetin dışavurumu ve kendi sınırlılığının idrakini de belirtir. Bu yaklaşım insanın tevazuu sahibi biri olmasına zemin oluşturur.

Dua, yaratılmışlığının kendi zatında da idrak edilebildiğinin göstergesidir. Dua bu idraki sağlamaya matuf bir anlamı içinde taşır. Yaratılmışlığın sonucu olarak yaratıcıya olan bağlılığın sürekliliğini sağlayan temel tutum duadır. Bu sayede insan, sürekli Rabbi ile irtibatını güçlendirerek devam ettirir. İnsanın olgunlaşmasının temelini de bu Rabbi ile kurduğu ilişkinin sürekliliği ve sahiciliği oluşturur.

Dua, varlığın tesanüt/yardımlaşmayı hayatın merkezine koymada önemli bir etken olarak varlık gösterir. İnsan, dua sayesinde her varlığın kendisi gibi nakıs olduğunu idrak ederek, yardımlaşmayı yaratılmışlığın bir gereği gibi algılayarak tesanüdü çoğaltır ve barışı ikame eder. Yardımlaşma, ilişkide bir sıcaklığı ve bir muhabbeti doğurur. Bu da barışın temelini oluşturur. Barış, hem psikolojik ve hem sosyolojik bir zemine yaslandığı zaman siyasi barışı da sağlayabilecek bir potansiyeli harekete geçirir.

Dua, birden çok zeminde önemini aşikâr kılar. Kelam’ın bir konusu olarak varlık kazanır. Dua, Fıkhın bir konusu olarak anlam kazanır. Felsefenin bir konusu olarak ele alınmalıdır. Dua, irfanın/tasavvufun bir konusu olarak düşünülmelidir. Ontolojinin meselesi olduğu kadar epistemolojinin de konusudur. Dua, yaşamın kendi bütünlüğü içinde varlığını idame edecek her boyutunun içinde kendi otantik yerini almaktan imtina etmez! Bu düzlemde duayı öğrenmek ve idrak etmek, onunla kurduğumuz ilişkinin derinliğini de işaret eder.

O yüzden her insan, kendi duası kadardır. Ne istediğini bilmeyen birinin duası o bilinmezliği içinde taşır. İstemek var etmenin temel koşuludur. Siz istersiniz, Yaratıcı onu sizin istemeniz üzere size yaratır ve siz onun sahibi olursunuz. Bu yüzden neyi istemeniz gerektiği konusu çok önemli bir hale kavuşur. Evet, ne istiyorsunuz? Çünkü siz o istediğiniz şeyin kendisi olacaksınız…

Bunu unutmadan dua etmeyi ihmal etmeyin…