Doğru Bir Değerlendirme Ölçütü…
Sesli Makale Dinle Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Önsöz…
Doğru bir değerlendirme ölçütünü sağlam bir zeminde kurmak için bu cümleden ne anladığımızı da tam olarak ortaya koyma zorunluluğu olmalıdır. Doğru bir değerlendirme ölçütü derken hangi konuyu, hangi durumu veya hangi düşünceyi ele aldığımızın net bir şekilde ortaya konması elzemdir.
Doğru bir değerlendirme ölçütü, öncelikle doğru bir biçim üzere düşünmeyi ve değerlendirebilmeyi içermelidir. O zaman işin başına geri dönmeli ve doğru kavramı üzerine bir tefekkür gerçekleştirilmelidir.
Mesele sanıldığı gibi sadece yazmak veya söylemek ile yetinildiği zaman çözüme kavuşamıyor. Bu yüzden doğru kavramının kendi iç mantığı içinde ve kendi tutarlığı ile birlikte tenakuzdan uzak bir şekilde neye taalluk edeceği önce ortaya konmalıdır. Doğru, ele alınan bir şeyi aldatma ve aldanma olmadan, yanlış ve yanlışa düşürecek zaaflar taşımadan, ne ise o olarak tam olarak kendi bütünlüğü içinde kavranan şeydir. Bu doğru tanımı, bir ölçüt olarak ortaya çıktığı andan itibaren, ele alınacak olan şeyin kendine has özellikleri ile ortak özellikleri ve farkları üzerine de bir bakışa sahip olunmalıdır. Çünkü modern dünya ve dolayısıyla modern düşünce ile o düşünceden üretilmiş modern kültür, çok yapılı ve çok katmanlı bir yönelime sahiptir. Her yönelimi kendi iç tutarlığı içinde doğru görmektedir. Bu yüzden bir şeye doğru sıfatını verdiğimizde ele aldığımız şeye göre değişiklik arz edebilir. Örneğin, psikolojik bir vasat ile sosyolojik bir vasat, ya da siyasi bir vasat ile sivil bir vasat arasında da farklar söz konusu ve doğruları farklılık arz eder.
Doğru bir değerlendirme ölçütü derken, doğru ile değerlendirme ölçütü arasındaki ilişkiyi gündeme aldığımızı belirtmiş olmaktayız. Bu çerçeve içinde doğrumuz, ele alınan bir şeyi değerlendirirken nelere dikkat kesilmemiz gerektiği konusunda doğru bir yönteme sahip olmayı içermektedir. Burada doğrunun değerlendirme ile irtibatı ve bunun bir ölçüt olarak ortaya konması ile bağını da dikkatten kaçırılmamalıdır. Değerlendirmenin doğru bir zemine sahip olabilmesi için değerlendirmeye yönelik ilginin niteliği önemli bir konu olarak tezahür eder. Değerlendirmeye tabi tutulan şey ile ilişkinin nesnel bir zemine sahip olması, o konu ile bağının ideolojik bir bağıntı olsa bile doğru sıfatını alabilmesi için onunla nesnel bir zeminde ilgi ve ilişki kurulması doğru sıfatı için elzemdir. Demek ki, bir meseleyi ele alırken, ele aldığımız mesele ile herhangi duygusal bir bağ içinde olmamak elzemdir. Duygusal bir bağ varsa bile onunla kurulacak ilişkinin nesnel bir zemine yaslanmasının şart olduğunu ve bunu başarmadan doğru sıfatına haiz olmayacağını bilmek esasa taalluk eder.
Doğru bir değerlendirme ölçütünün nesnel bir karakter taşıması ve onunla kurulacak olan duygusal bağın bu nesnel zemine zarar vermemesi elzemdir. Çünkü insan, kendisini tanımak istiyorsa, kendisi olarak kendisini tanıyamaz! Ancak kendisinden soyunur, yani kendisinden çıkar ve kendisine dışarıdan bakmayı başarabilirse, kendisine başkası gibi bakabilmeyi başarabilirse kendisini tanımada doğru bir adım atmış olur. Nesnellik önemli olduğu kadar kişiyi yeni bir konuma da yöneltmeyi sağlar. Konu ile ilgili söylenen her şeye kulak kabartmayı ve onu dikkatle anlamayı öncelemedir insan! Konu hakkında farklı söylemler, farklı bakışlar, farklı yaklaşımlar konuyu daha derinlikli analiz etmenin imkânlarını sunar. Bu bize söylenen sözü dinlemeye açık hale getirir. Ki bu doğru bir değerlendirme ölçütü açısından önemli bir işlevselliğe sahiptir.
Burada dikkat çekmemiz gereken temel bir şey de yöntem konusudur. Herhangi bir değerlendirmede tek bir yöntemi ileri sürmek büyük bir cesareti ve beraberinde kendi yetersizliğini açıkça ortaya koyan bir yaklaşımı da içermektedir. İlmi bir yöntemin her zaman birden fazla yöntemi öne çıkarmasının mümkün oluşunu hem bilimsel yöntemlerde hem de dini düşüncenin kendi tabiatından da öğrenmekteyiz. Mezhepler ve farklı teoremler her zaman farklı bir değerlendirme ölçütü ortaya koymaya imkân sağlamaktadır. Bu ölçütlerin hangisinin diğerinden üstün oluşu yerine ele alınan konuyu, değeri, anlamı, bakışı üst bir yaklaşım içinde idrak ederek bir yaklaşıma sahip olunabilir. Bu da bizi her kavramın birden fazla anlam katmanına sahip olduğuna taşır. Teoremlerin farklılığı doğal olarak kavramların farklılığını da doğurur. İşte burada doğru, kavramın kendi teoremi açısından yeterli şartlara haiz oluşuna verilen tanımlamadır.
Bu temel düstur unutulmadan meselelere yaklaşmak doğru bir değerlendirme ölçütü açısından olmazsa olmazdır. O yüzden kendi matematik teoremi açısından bir doğruyu mutlaklaştırarak evrenselleştiren kişi doğruyu çarpıtmış olmaktadır. Ya da mantık teoremi açısından bir kavramı evrensel kılarak onu mutlaklaştırmakta benzer bir yanlışa kapı aralar. Bunun gibi Kuran ayetlerini kendi indi yorumlarına tabi kılarak veya herhangi bir yönteme yaslandırarak ‘Allah böyle buyurdu’ demekte en büyük yanlışı içerisinde taşımaktadır. Hatta büyük bir cesaretle Allah adına konuşmayı kendi iradesine müteallik kılarak aptallığını ayan beyan ilan etmiş olmaktadır.
Bu noktada en başa almamız gereken temel doğru tutum ise neyi, ne için ve neye istinaden söylediğini bilen bir kişinin doğru ile nesnel bir ilişki kurabileceğini idrak etmektir. Konuşulanı bilmeden, konuştuğunun farkında olmayan birinin doğru bir değerlendirme ölçütü ortaya koyması beklenemez zaten! O zaman kim, neyi, ne zaman ve nerede söylediğini bilerek konuşulursa bir diyalog zeminini kurmaya imkân sağlar ve onunda doğru bir değerlendirme yapabilme imkânı oluşabilir. Böylece doğru değerlendirme ölçütünün sağlaması da yapılabilir olmaktadır.
Mesele kendi içinde ne kadar yalın ve saf bir şekil kazansa da o kadar çoğul ve karmaşık bir düzeneğe sahiptir. Bu yüzden ilim, bilgi, düşünce ve tefekkür eylemi olmadan bir şeye yönelik salt o an akla düşeni söylemenin bir değere haiz olup olmadığı konusunda derin bir bakış üzerinden bir yargıya ulaşılabilir.
İnsana, her aklına/gündeme düşen sözü söylemesi günah olarak yeter denmesinin hikmetlerinden bir tanesinin bu doğru değerlendirme ölçütünü hiçe sayması ile orantılı bir durumu işaret etmesi olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca, ‘her insan kendi sorumluluğunu üstlenir’, denirken kastedilen şey ise; ‘neyi yaparsan ve neyi düşünürsen, sadece kendin sorumlusun ve bu konuda kimseye bir suçlama yöneltemezsin’, o zaman tam olarak bilmediğin bir konuda veya detaylı ve derinlikli bir bilgiye sahip olmadan kesin konuşarak kendini sorumlu kılacak bir tutuma sahip olmamayı da içermektedir.
Kişi, elinden, dilinden ve duygularından sorumludur. Bunları öyle hercai bir şekilde harcama yetkisi yoktur. Harcadığında karşılığını bihakkın alacağını da bilmelidir. Adalet, her insanın kendi yaptığının karşılığını almasını sağlamaktır. Bu konuda bütün şartlar kişinin aleyhinedir. Yani adalet tecelli edecektir. Çünkü Allah adalet ile muamele edendir. Adil olması adaleti temel bir eylem kılmaktadır. Bu aynı zamanda insanların imtihan olduğu gerçeği ile de bağı güçlüdür. İşte bu da değerlendirme ölçütünün içine yerleşik hale gelir böylece…
Abdulaziz Tantik