Din ve Siyaset İlişkisi
Din, hayatı düzenleyen, kişinin lehindeki ve aleyhindeki kuralları belirleyen, Allah ile ilişkisinin niteliğini düzenleyen, varlıkla ve yapıp ettiklerinin sonuçları bakımından karşılaşacağı durumu da insana bildiren ve sürekli hatırlatıcı bir yapıyı diri tutarak insanı uyaran bir olgudur. İnsanın anlam arayışında ona anlamın ne olduğuna dair bir bakış sunan ve bu çerçeve içinde kendi gelişim dinamiklerini harekete geçirerek olgunlaşmaya imkân sunan bir ilahi lütuftur din… İnsanın ontolojisinde mevcut bir arayış olarak öne çıkan ve anlam ile sınırlı olmayan, yaşamı da estetik bir şekilde yaşama arzusunun bir cevabı olarak öne çıkan bir konumu ihtiva eder. O yüzden insan, ilahi dinden koptuğunda da din olmadan yaşayamayacağını bildiği için sahte dinlere yönelmekten kurtulamamaktadır. Bu konuda Ed Din olan İslam ve ilk Peygamberle başlayan İslam’ın süreç içinde unutulması ile devam eden din arayışlarında dini bazı motifleri de içinde taşıyan yeni dinler, özellikle de bir erkin kullanımına uygun ve uyumlu bir dini yaklaşımın öne çıkarılarak iktidar elde etmenin araçsallığına sahip kılınmaktadır. İlahi din dışında kalan bütün beşeri nitelikli dinlerin ortak özelliği, elit bir kesime iktidar alanı sağlayacak bir konumu ihtiva ettiği sürece kullanıma dahil edildiğidir.
Siyaset, otantik yapısı içinde insanın yaşamını sürdürürken dikkat etmesi gereken ilkeler, yasalar ve etik değerleri de içinde taşıyan bir sosyal yaşam formu inşa etmede kullanılan bir olgudur. Yaşam formunda dini olanın karakter olarak varlığını bulması ile dini olanı dışlayan bir karakteri içinde taşıması, siyasi olanın iktidar olan ile bağıntısı ve iktidar gücünü muhafaza etmeye dair yaklaşımla birebir ilişkili bir durumu işaret eder. Siyasi alandaki en temel özelliğin adalet vurgusu olduğu, ortak bir kabulü taşıması ve insanlara bir hedef ve misyon yükleme özelliği taşıması gerektiği ise siyasetin olmazsa olmazıdır. Görece siyasal olan, toplumsal zeminde varlığını göstermesi, hukuk ve adalet üzere bir işleyişi sağlamaya matuf bir arayışın ortak idrakini işaret eder. Siyasal olan bu idrak üzere ortaya çıkar ve topluluklardan kendilerini yönetmek için meşru bir zemin üzerinden destek ister. Siyasetin kendi tarihsel serüveni birden fazla iktidar ve siyaset biçimi olduğunu göstermektedir. Krallık, oligarşi, teokrasi, demokrasi vesaire, dönemin şartlarına göre biçimlenmiş yöntemler devreye girmektedir. Otoriter, totaliter yapılar her yöntemde uygulanabilir olma vasfı kazanabilir.
İktidar ve siyaset arasında birebir bir bağıntı söz konusudur. İktidar olmadan siyasal olandan söz etmek imkânsız gibidir. Siyaset, kendisini meşru bir iktidar alanına dayandırmak zorundadır. Meşru olmayan bir siyaset zemini çok kısa süren iktidardan sonra değişime uğramak zorunda kalır. İşte burada din ve siyaset hem birbirini besleyen ve hem de birbirine karşıtlık oluşturacak bir özellik taşımaktadır. Din, otoriter yapısı gereği, siyasal olana meşru bir zemin sağlar. Bu meşru zemin üzerinden elde edilmiş iktidar ile siyasal olanı belirleyebilir. Bu noktada dinin bir dünya görüşü olarak siyasal olanı belirleme ile siyasal erkin iktidar koltuğuna oturmuş kişinin kendi iktidar alanını koruma refleksi arasındaki gerilim yüzünden bir çatışma çıkar. İşte bu çatışma, din ile siyasal olanı ayrıştırmaya ve siyasal olana farklı bir meşru zemin oluşturma arayışlarını beraberinde taşır. Krallık, oligarşi veya demokrasi gibi arayışlar, dini olanın yanında farklı siyasal bir meşruiyet zemini kurma arayışı sonucunda ortaya çıkan olgulardır. Tıpkı demokrasinin de Kilise otoritesine karşılık halkın otoritesini gündemleştirerek halkın desteğini yanına alan seküler erkin, iktidar olarak siyasal alanı dini alandan tamamen bağımsızlaştırarak dini kendine alan açacak şekilde bir mecraya irca etmesi gibi…
Siyasetin demokrasi üzerinden meşruiyet kazanması ile seküler dünya görüşünün temel kavramlarının hak, özgürlük ve eşitlik üzerinden yeni bir siyasal sistemi kurmayı mümkün kılmıştır. Bu yeni dünya görüşü, dini kendi alanına hapsederek, kendi siyasal iktidar alanına özgürlük kazandırmıştır. Böylece anlam arayışını da temellendirecek yeni bir bakışı sistemli bir şekilde eğitim ve öğretimde temel unsur kılmıştır. Artık din salt vicdanlara sıkıştırılmış bir alanda yer alabilecek iken seküler kültür, siyasal alanı belirlediği gibi vicdana da el atarak ona yeni bir anlam haritası sunmaya gayret göstermiştir. Bu durumun kendisi din ve siyaset arasındaki ilişkiyi yeni bir zemine taşımıştır.
İslam dünyasında da benzer bir tarihlendirme yapma imkânı vardır. Siyasal erkin tarihi bağlamında ele alındığı zaman hilafetin saltanata dönüş serüveni din ile siyasal olanın aynileşmesi ve farklılaşması bağlamında ele alınabilir. İktidar, kendi gücünü koruma ve erkini muhafaza etme bağlamında dini olanın meşru zemininden istifade ederken, siyasal olanı kendi tekelinde tutmayı da başarmaya yönelik adımlar atmaktan imtina etmemiştir. Din siyaset ilişkisi bakımından ele alınacak metinlere yönelik bir bakış, genel itibarı ile dinin göreli bir alan bırakmasında mütevellit bir yaklaşım üzerinden, yani mubah alan üzerinden otorite olarak kabul gören siyasetin ve iktidar elitinin elini meşrulaştıracak ve güçlendirecek bir bakışı öne çıkarmakta zorlanmadıkları yönündedir. Din bir imtihan olgusu içinde insan edimlerinin ve tercihlerinin karşılıksız kalmadığını beyan ederken, bu tercihlere yönelik otoriter bir tutum sergileme konusunda geri durmaktadır. Bu insanın hesap verirken, kendi özgür iradesi ile yapıp ettikleri üzerinden hesaba çekileceğinin açık bir göstergesi olarak bildirilmesine matuf bir bakışı içerir. Din, müslüman ile müslüman insanın ilişkisinin niteliğini belirlediği gibi müslüman olan ve olmayan arasındaki ilişkiyi de belirler. Ama nitelik farkını belirgin kılar: müslüman ile müslüman arasındaki ilişkinin niteliğini şeriat olarak tanımlar. Yani vahiy, iki mümin arasındaki ilişkinin mahiyetini beyan eder. Müslüman ile gayri müslim arasındaki ilişkinin mahiyetini ise ikisi arasındaki sözleşme/ahitleşme ile tanımlar. Bu ikili yapı, süreç içinde yeni yapılara da kapı aralamaktadır.
Din, imtihan gereği, insana yönelik otoriter bir yaklaşım yerine özgürlükçü bir yaklaşım ile yaklaşır. Onu serbest bırakır. Dilediği gibi davranabilir. Yaptığı şeyin karşılığı olan şeyi kendisine beyan eder ve geleceğe dair beklentisine göre davranması gerektiği konusunda uyarı yapar. Uyarı yapmak ile zorunlu yaptırmak arasındaki derin ayrımı dikkatten kaçırmamak lazım…
İslam dünyası modern döneme geçiş yapınca, saltanatın yıkılması, seküler siyasal erklerin İslam dünyasında da iktidar olmaları ile yeni bir döneme geçiş yapıldı. Din ve siyaset ilişkisi bu bağlamda farklılıklar arz etmeye başladı. Dinin anlam arayışı ile siyasal alan arasındaki derin kopukluğun farkındalığı müslüman zihni yeni bir siyasal arayışa yöneltti. Bu arayış sürecinde karşılaşılan durumların din ile sorunlu bir ilişkiye neden olması yüzünden bu sefer din ve siyasal olan arasındaki bağın kopartılması gerektiği konusunda yaklaşımlar öne çıkarıldı. Her iki tutumun müntesipleri ile birlikte müslüman zihin giderek bir karmaşaya düştü. Başka siyasal yöntemler ile hareket kabiliyeti kazanma arzuları da yeni sorunlara kapı araladı. Yani müslüman zihin, modern bakış ile bir hesaplaşma yaşarken, yeni siyasi arayışlara da savrulmak zorunda kaldı. Aynı şekilde müslüman zihin hilafet ve saltanat ilişkisi bağlamında da ikiye savruldu. Tarihsel sürekliliği aşarak asrısaadet dönemine yönelik idealize etme arayışları da kendi içinde bir sürü farklı yaklaşımı mümkün kıldı. Bu görelilik içinde siyasal olan ile sorunlu ilişki müslüman zihni daha da karmaşa içine sürükledi.
Altmış sonrası Türkiye örneği, müslüman zihnin bir türlü kendi gerçekliği ile örtüşen bir yaklaşıma sahip olma konusunda yetersiz kaldığını göstermiştir. Milli Nizam partisi ile başlayan süreç, yeni bir siyasal zemini mümkün kıldı. Seksen darbesi ise yeni bir yaklaşımı gündeme taşıdı. Siyasal olandan beri olma ve asla seküler bir siyasal sistem içinde var olmamayı eksene aldı. Bu ikili yaklaşım, kendi içinde bölünüp parçalara ayrıldı. İktidar olma hevesi, beraberinde Ak Parti gibi bir oluşumu taşıdı. Bu konuda yirmi sekiz şubat darbesi ve müslüman zihnin siyasal olan ile din arasındaki bağın sorunsal alanını daha da derinleştirdi. Sistem içi mücadele ile sistem dışı kalma arayışı kendi içinde sürekli bölünerek yeni yaklaşımlara zemin oluşturdu. Ama bu kafa karışıklığı, yirmi birinci yüzyıla girerken, İslamcı siyasal arayışların mağlubiyet ile nihayete ermesi ile birlikte sorun derinleşerek devam etmektedir.
Din ve siyaset ilişkisi bu düzlemde tarihin hiçbir döneminde bu kadar karmaşık hale gelmemiştir. Müslüman açısından ise bu gün yaşanan kafa karışıklığı kendi tarihi açısından bir ilktir. Ayrıca hem din ve hem siyasal olanın tanımı konusunda da ciddi bir kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır. Dini kendi alanına hapsetmekten tutunda, dinin aklın ve bilimin dışında kalan bir alanda olması gerektiği ve akıl ve bilimin önderliğinde yaşamın ilişkiler ağını belirlemesi gerektiği tezi neredeyse büyük bir desteğe haizdir. Bu desteğe haiz olmasını sağlayan şey ise; seküler tezin sahip olduğu iktidar gücü ve bu gücün verdiği her türlü destektir. O yüzden din ve siyaset ilişkisi bugün daha fazla netameli hale gelmiştir. Örneğin, seküler bir siyaset yapan Müslümanların yaptığı siyasi hatalarını Müslümanlıklarına yükleyerek dini olumsuzlamak gibi bir gayri ahlakiliği seyretmekteyiz.
Her şeyin bölünerek varlık kazandığı bir zeminde din ve siyasetin ayrışması, dinin ve siyasetin kendi iç katmanlarına bölünmesi ile devam eden bölünmeye rağmen, yapılan hatanın dine fatura edilmesi, dinin hala anlam arayışında insana alternatif bir bakış sunduğu gerçeği ile birebir orantılı bir durumu gösterir. Mutsuzluğun dip yaptığı ve sosyal hayatın tamamen çıkara dayalı hale dönüştürüldüğü, iyiliğin dahi ancak bir iktidar alanı sağladığı zaman teşvik edildiği bir dünyada yaşamak başladı. Bu insan olmanın haysiyetini yerle bir eden tutumu; seküler dünya görüşü üzerinden savunmak ve insanın özgürlüğünü bahane eden bir yaklaşım ile ‘ne yaparsa yapmalıdır’ tezi üzerinden insanı sürekli savrulmaya iten yaklaşım temel bir duruş olarak kabule zorlanmaktadır.
Din ve siyaset ilişkisi netameli bir ilişkiye dönüşmüştür. Yeniden din ve siyaset terimlerini asli unsurları üzerinden tanımlamaya çalışılmalıdır ki bu sorunlu zemini aydınlatacak bir bakışın varlığı mümkün olsun… Olup bitenin dışına çıkarak, kavramların; din ve siyasal kavramlarının oturduğu zemini yeniden düşünmekte büyük fayda vardır. İnsanlık kendi anlamsızlığını kabul ederek yaşamını sürdürmeye çalışsa da bir zaman sonra başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Anlam, yaşamın estetik zeminde varlık kazanması için yeter şarttır. Din olmadan anlamın varlığı için yeterli bir zemin bulunamamaktadır. Siyasal olanın alanı sınırlıdır. Din siyasal olanın alanına yönelik temel ilkeleri ortaya koymuştur. Salt siyasal alanla sınırlı olmayan insanın psikososyal alanını da belirleyecek ilkeleri beyan etmiştir. İnsanın anlam arayışında din tek ve geçerli bir sistematik bakışı sunmaktadır. Kurtuluş ise dinin sunduğu bu bakışı yeniden hatırlamak ve anlamsızlığın girdabından çıkışı sağlayacak yeni yaklaşıma imkân tanımaktan geçer…