Bütünlüğün idraki…
Bütünlüğün idraki…
Bütünlüğü kavramak, izah edilemez ama idrak edilebilir olana dair kişide meydana gelen itminandır. Sözlükte bütünlük ise; eksiksiz, tam; ufaklık olmayan (para). Parçalanmamış; olanca. Çok sayıdaki varlıkların hepsi, tümü; birlik, tamlık… Türkçede ise; bütün olma durumu, tamamiyet…
Somut durumlar için kullanıldığı zaman dışarıda herhangi bir şeyin kalmadığı bir tamlık diyebiliriz. Her şeyi içine ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan… Bu durumda parçaların hepsi o bütünün içinde anlamlı hale gelir. Ya da matematiksel bir zeminde düşündüğümüzde bir sayısı ile ilişkili olmayan veya onun uzanımı olmayan bir sayı bulamazsınız… İstediğiniz rakamı söyleyin içinde bir olacaktır, birin katları olacaktır veya birin bölünmüş haline dönüşecektir. Burada bir rakamsal olarak tamlığı ifade eder. Bir’in dışında kalan her rakam ya çoğaltılmıştır ya da parçalanmıştır.
Meselenin soyut bir tarafı da var tabi ki…
Anlam meselesi ile bütünlük meselesi arasında bir ve diğer rakamlar arasındaki bağlantı gibi bir bağlantıdan söz edebiliriz. Anlamın kendi iç dünyasında birden fazla katman olması, onun bütünlüğünü ortadan kaldıran değil bilakis, o anlamın genişlemesi ve olup bitene yönelik bir şey söylemenin imkânına dönüştüğünü gösterir. Yaşamın kendi çok katmanlı yapısına yönelik bir anlam arayışında bu çok katmanlı yapıya yönelik çok katmanlı bir anlamı ortaya çıkarmak elzem olacaktır. Ama ister rakamsal anlamdaki bir’i ister anlam olarak parçalanmayan ama çoğalan bütün anlamı dikkate alalım, bütünlük kendi iç istikrarı ve kuşatıcılığı bağlamında bir tamlığa işaret eder.
İşte bütünlüğün ifadeye kavuşturulmaya yöneldiği zeminin çoğul karakteri buradan neşet eder. Çok katmanlı bir yaşam ve buna yönelik anlam arayışları, doğal olarak her parçanın bütün açısından yerini ararken bir ifade kalıbı kullanılmak durumunda kalınır. İşte bu durum anlamın parçaya yönelik isabetinin ifade bağlamında yeniden ele alınmasını gerektiren, aynı zamanda da bu parçaya yönelmiş anlamın eleştiriye tabi kılınmasını meşrulaştıran bir zemini de işaret eder. İnsan öznesinin devreye girdiği her zeminde bir eleştiri mekanizmasının gerekliliği, insanın çok katmanlı yapısı kadar, yargılarında yanlışa düşebilecek bir pozisyonu her zaman yedekte tutması ile de birebir ilişkili ve ilintili bir durumdur.
Bütünlük idrak edilir, ifadeye gelemez! Bu yargımızın nedeni; bütünlüğün ihata edilemez karakteri yanında onu ifadeye kavuşturacak bir bilgi ve sözcük dağarcığımız kadar, izaha gelmez boyutudur. İnsan sınırlı bir varlıktır. Dünya yaşamı bu anlamı ile hayat karşısında bir cüzdür. Parçanın ise bütünü kuşatması mantıksızlıktır. İşte bu mantıksızlık nedeni ile bütünlüğü idrak etmek ve ona dair bir anlam arayışı mümkün iken, ifadeye yöneldiği zaman ortaya çıkan zaaf yüzünden ise sorunlu bir zemin oluverir. Bu zaten bütünlük/tamlık dediğimiz olgunun tabiatı ile bağıntılı bir durumu işaret eder.
İnsani biliş süreçlerinde bütüne yönelik bir arayış, sürekli yetinmeyen bir ruh hali ile arayışa devam ederken, sürekli bir zihni diriliği de işaret eder. Bütünlüğü idrak eden, parça üzerinde bir tahakküm kurabilir mi? Hayır! Çünkü bütünlük idrak edilebilir dedik, ifade edilemez ise, bütünlüğün idraki ile parçanın kendisi ile kurulan ilişkide hep bir boşluk olacaktır. Doğrulama yöntemleri sürekli devrede olmalıdır. Ama burada da kişinin samimiyet testini öncelikle kendisinin geçmesi elzemdir. Çok samimi olduğu halde, küçük bir duygusal yanılgı meseleyi yanlışa sevk edebilir. Ya da parça ile ilgili bir bağıntıyı eksik bırakabilir. Farklı yaklaşıma yönelebilir. İşte bu sebeple, bütün parça ilişkisinde birden fazla çoğul zeminin varlığı yüzünden, birbirini tamamlayacak bir arayışa ve sürekli hakikate/doğruya/anlama açık bir yapı üzerinde durmaya ihtiyaç vardır.
Bütünlük bize mutlak hakikati verecektir. Mutlak hakikat ise her zaman kendini gizleyecek bir zemini muhafaza edecektir. Bu ihtiram Rabb ve kul arasındaki bağıntıyı en derinden izah eden bir bakışı bize sunacaktır. Hürmet, ilişkinin fıtri boyutunu belirten ve her varlığın kendi sınırları ve sınırlılığı içinde kalmaya azami gayret göstermesini de içerir. Bu yüzden kulun, Yaratıcıyı tam olarak ihata edebilmesine imkân yoktur. Bu hem hürmetsizlik olarak, hem de Yaratıcılığı bölen, parçalayan bir duruma neden olacağı için anlamsız bir yüke dönüşür. Şirk olgusunun beslendiği ana kaynaklardan biride bu: Tanrıya yönelik yargılarda bulunmak ve bazı unsurları tanrılaştırarak onları kutsallaştırmak… Bu durum her alanda insana bir zaaf yükleyecektir. O yüzden insan bu zaaftan kurtulmayı birincil bir hedef olarak kendisine yüklemiştir ki Rabbi de ona bu yükümlülüğü vermiştir.
Allah’ın varlığı, yaratıcılığı, rububiyeti, ilmi, kudreti ve her şeyi ile bir ve tam olarak varlık kazandığını bilmek sadece inanca taalluk eden bir durumdur. İman konusu olarak mesele açıklık kazanır. Ama onu bilmek ve ifadeye kavuşturmak, künhü içinde ve kendi tamlığını tam olarak ifade edebilmek imkânsızdır. Ancak vahyin Kendisini anlattığı ile yetinen ve bu açıklamaların ise teşbih olduğunu bilmek asıldır. Bu durum bize; son sözü söyleme yetkisinin hiçbir yaratılmış varlığa verilmediğini bildirir, belirtir. İnsanda herhangi bir alanda son sözü söyleme cesareti göstermemelidir. Son sözü söylemek yerine mevcut durum ile ilgili kendi kanaatini ve yargısını belirttiğini tam olarak idrak etmeli ve ifade etmelidir ki, yanlışa kapı aralanmasın…
Bütünlük ve anlam ilişkisi de önemli bir zemine sahiptir. İnsanın yeryüzü seferinde anlam onun yol göstericiliğini yapar. Anlam ise parça olmaktan azade olmalıdır. Tabi ki her parçanın bir anlamı olacaktır. Ama bu her zaman bütünlük içeren bir anlamın alt katmanı olacaktır. Bu yüzden varlıktaki hiyerarşi anlama da sirayet edecektir. Daha açıkçası varlık ve anlam hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Bu hiyerarşik yapı, her parçanın kendi otantik anlamını bulması ve bu arayışını itmam edebilmesi için gerekli olandır. Bu hiyerarşik yapı bir üstünlük vesilesi değil, her parçanın kendi hürmetini bilmesi ve başka varlıkların hürmetini bilerek ona göre davranmaya çalışmasıdır. Bu hürmet aynı zamanda her varlığın kendi istikametini tayin etme hususunda ona yardımcı olacak ve kendi özelliği ve öznelliğini inşa edebileceği, geliştireceği bir zemini de işaret eder. Hürmetin saygınlık olarak tezahürü ise her öznenin kendisini ciddiye alarak kendi hürmetini aynı zamanda başka varlıklara gösterdiği hürmet ile de pekiştirmiş olacağını bilmesiyle de taçlandırmasıdır. Böylece her özne/varlık kendi saygınlığını korurken başkasına saygı göstermenin de kendi saygınlığını ifade ile aynı zemine sahip olduğunu anlamasını işaret eder.
Bütün parça ilişkisinde her zaman bütünlüğün önemli olduğunu unutmamalıyız. Parça bizi bütünlüğe taşıdığı anlamda önemli, bütünlükten uzaklaştırdığı anlamda ise sorunlu ve değersizleşir. Bu durumu öznenin tutumundan bağımsız ele alamayacağımızı da bilmeliyiz.
Bu noktada tevhit ve şirk kavramlarını birlikte düşünmeliyiz. Tevhit, bütünlüğün tam olarak idrak edilmesine matuf bir açıklama modelidir. Birlik, birleme ve tamlığı sağlama konusunda tevhit, hem ilahi dinin temelini açıklar ve hem de bütünlüğün anlam olarak alt anlamlara nasıl indirgenebileceğini gösteren temel bir gösterendir. Şirk ise bütünlüğün kendisinden alt alana yöneldikçe alt alanda herhangi bir şeyi bütünlüğü temsil edecek bir zemin olarak işaret edilmesidir. Parçanın bütünlüğün yerine konumlandırılması şirktir. İşte Allah’ın varlığı yerine ikame edilecek her varlık bizatihi şirkin kendisidir. Bir parçalama eylemidir. Ve özneyi yanlışa sürükleyen istikameti bozan bir eylemdir. Bu yüzden Allah, bütün varlığı kuşatan; hem içeriden ve hem de dışarıdan kuşatandır. Yani var olanda bir boşluk meydana gelemez! Her boşlukta bir ilahi edim söz konusudur. Bu yüzden hiçbir şey anlam itibarı ile varlığı itibarı ile ilişkisel zemini itibarı ile boşlukta değildir. Boşluk sandığımız şeyi de dolduran ulûhiyettir. Anlam bu tamlığı işaret eden bir tamlığa sahip olmak durumundadır. Bu yüzden Allah’tan bağımsız bir alan; herhangi bir alan tasarımlamak şirke davetiyedir. Bu varlığın/öznenin kendisine ait bir zemini olmadığı anlamında değil! Ama kendisine ait olana da tam bir malikiyet kesbeden bir Varlığın/Allah’ın mevcudiyetini unutmamasıdır.
İşte ikiliğe düşmeden anlamı idrak eden özne, kendi hakikatini mutlak hakikat ile bağıntılandırarak kendi yolculuğunu gerçekleştirme imkânı elde eder. Bu noktada ahlaki kaygıların dayanağının neresi olacağı da belirginleşmiştir. Bilginin gerçek dayanağının neresi olduğu açıklık kazanmıştır. Aslında Yaratıcının aynı zamanda varlığa bizatihi yol gösterici bir keyfiyet gösterdiğini de anlamış oluruz. İşte bütün bunlara rağmen insan kendi yolunu kendisi çizmeye kalkarsa zalim ve cahil olmaya liyakat kesbederek kendi anlamını yitirir ve cezalandırılmayı hak eder.
Müslüman olmanın, İslam ve teslimiyet kavramlarının hep aynı kökene tabi olması da önemli… İslam bir diğer anlamı ile barış; varlığın barış içinde varlığını idame edebilmenin imkânını sunar. Barışın sağlanabilmesinin zeminini de bilgi ve temsiliyet ile örneklendirerek sunan Allah’a olan minnetimizi ona tam teslim olarak göstermeliyiz…