Bir Yerel Seçimi Geride Bırakırken…
Bu yerel seçimde Ak Parti, yönettiği birçok il ve ilçeyi kaybetti. CHP uzun bir aradan sonra ilk kez bu yerel seçimde birinci parti olarak çıktı. Bu sonuca yönelik Ekranlardan farklı yorumlar dinledik… Her yorumcunun kendi meşrebine göre yakaladığı bir gerçeği dile getirdiğini gözlemledik. Ama meseleye tam olarak isabet eden bir yaklaşım göremedik…
CHP uzun bir aradan sonra birinci parti olarak seçimlerin galibi olduğunu ilan etti. Bu bir zafer mi? Normal koşullarda evet, bu bir zaferdir. Ama meselenin püf noktasına bakıldığı zaman bu bir zafer değil, ödünç oylar üzerinden elde edilmiş bir sonuçtur. Ayrıca Ak Partinin halk nezdindeki güvenilirliğinin ciddi bir şekilde erimeye başladığını gösteren bir göstergedir. Ekonomik koşullar yanında, sürekli geçmişe atıf ile yapılan propaganda dili de sos vermeye başlamıştır. Ayrıca Gazze meselesi ve bu konuda geliştirilen politikaların, söylemlerin halk nezdinde yeterli bir desteğe sahip olmadığını da göstermiştir.
Toplumsal bir seçimi değerlendirmenin ölçütü üzerine kafa yormakta yarar var… Yirmi iki yıldır iktidarda olan bir partinin erimeye tabi olmasından daha normal bir durum söz konusu edilemez! Ancak, son üç yıldır gelişen olaylar, ekonomik ve siyasi gelişmeler, halk ile iktidar arasındaki derin bağı zedelemeye başlamıştır. Eğer süreç bu şekilde işlemeye devam ederse, ilerideki ilk genel seçimde daha büyük bir yenilgi de kaçınılmaz görünmektedir.
Ülke siyaseti dünya siyasetinden bağımsız ele alınamaz! Dünya sistemindeki değişimlerin ülke sistemindeki değişimi tetiklediğini ve bu durumun giderek normale dönüştüğü gibi yeni bir sosyolojiyi de beraberinde taşıdığını söylemek doğruya tekabül eder. Ulus devlet refleksinin kamuoyu üzerindeki etkisi ile bu iradi tavrın halk nezdindeki sosyolojik değişimin mihverini belirlemesi de gelişen tepkilerde belirgin bir etkisi vardır.
Şimdi herhangi bir sosyolojik ve siyasal değişimde iki temel unsur vardır: ilki, kendi doğal akışı içinde gelişen olaylar üzerinden değişen sosyoloji ve aldığı yeni sosyolojik kodların varlığı… Bu değişim, tabii, kendi seyrinde ve bir müdahaleye gerek kalmadan kendi zemini içinde vuku bulan bir olgusallıktır. Türkiye’de meydana gelen siyasi gelişmelerin bu boyutu dikkatten kaçırılmamalıdır. Tabi ki bu süreçte de iradi bir tepkinin etkisi söz konusu edilebilir. Ancak iradi tepki bu değişimin mihverini belirlemez, kendi akışı içinde bu değişim vuku bulur. Hatta iradi etki, çoğu kez başka bir şey dilemekte, ama gelişen dinamikler, tabiiliği içinde farklı bir yapıya evrilir. Örneğin; Türkiye’de muhafazakârlığın değişimi, dönüşümü ve buna dayalı olarak dindarların sisteme uyumu ile birlikte gelişen sekülerleşmenin etkinleşmesidir.
Ulus devletin bundan mutlu olduğunu söylemek mümkün müdür? Ciddi bir soru… Ama meseleyi beka sorunu olarak ele aldığımızda bu sonuç ulus devleti de zora sokacaktır. Çünkü ülkemizde seküler kesim üzerinden devlete dışarıdan müdahale edilebilme imkanı bulunabilinmektedir. Peki, iktidar olma uğruna dindarları milliyetçi ve muhafazakâr bir çizgiye taşıyarak, devlet ile barıştırmanın sağladığı iktidar üzerinden gelinen nokta bir yenilgi ile neticeleniyorsa bu durum nasıl açıklığa kavuşturulabilir? Milli Görüş partisinden ayrılarak yeni kurulan bir parti; Muhafazakâr Demokrat kimlikli bir yapı olarak ortaya çıkan olgunun süreç içinde sekülerleşmeyi derinleştirdiği gözlenmektedir.
Devlet ile barışık olmuştur ama dindarlığının içini boşaltarak yeni nesillere örneklik ve temsiliyet etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Dindarlar, ülkenin entelektüel ve bilgi düzleminde öne çıkan bir özellik taşırken, bugün giderek sığlaşmakta ve kendisi ile sürekli tenakuza düşmektedir. Bu durum ise dindarları çok ciddi bir şekilde etkilemekte ve sürekli bir erimenin devamına etki etmektedir. İşte tabii erime ve çözülmeye uygun bir örneklik olarak bu süreç izlenebilir. İstenilen şey iktidar ve bu iktidar üzerinden dindarlığın egemen olduğu bir yapı iken, gelinen noktada iktidara yürüyen dindarların, dünyevileşme karakteri onların dindarlığını sorunlu kılmış ve yeni bir dindarlığın açığa çıkmasını sağlamıştır.
İrade ile tabii sürecin örtüştüğü zeminlerin inşa edilebilmesi ancak süreklileşen bir iradi varlığın egemenliği ile söz konusu olabilir.
İkincisi ise, dışarıdan müdahalelerle sürekli yeni bir sosyolojiyi dayatma ve buna uygun bir atmosferin oluşumunu sağlayacak zeminlerin iradi olarak yaşama sunulmasıdır. Buna tipik örnek ise, Ak Parti döneminde iktidar olan, zenginleşen yeni dindar sınıfın, dinden uzaklaşan nesli ile birlikte dine karşı oluşturulan yeni bir engelin de kurucu unsuru olmalarıdır. Dün, cumhuriyet kurulurken, dine ve dindarlara yönelik eleştirilerin sahici bir karşılığı oluşturulamamıştı. Bugün dindarlara yönelik eleştirilerin ve dine dair eleştirilerin bir karşılığı oluşturulmaktadır.
Dine modern epistemenin kendi alanından hareketle yorum geliştirme arayışı bu sonucu doğurmuştur. Uzun bir konu olmasına rağmen, modern düşüncenin temel kabulleri üzerinden dine yönelik geliştirilen yorumların ve soruların asli sebebi zaten dini eleştiriye konu edinmek ve dini kendi otantik mecrasından çıkartarak onu modernliğin dili içinde yeniden sekülerleştirilmiş bir Protestanlık düzlemine taşımaktı. Maalesef bu da gerçekleştirilmiş oldu. Türkiye de İslamcılık bu sekülerliğe karşı çıkmak ve İslam’ı kendi otantik yapısı içinde yeniden düşünmek ve idrak etmek iken, bambaşka bir kapıya çıkarılmıştır. Seksenli yıllarda yapılan tartışmalarda öne çıkan siyasal alanın dışında konumlanma meselesinin ehemmiyeti bir kez daha kendisini göstermiştir.
Ak Parti, kendisini doğru bir zeminde eleştiriye tabi kılmaz ve asli davasını yeniden hatırlamaz ve iktidar uğruna bu durumu olduğu gibi içselleştirecekse, kaçınılmaz son onu beklemektedir.
Tıpkı, Menderes, Demirel, Özal gibi bir son kaçınılmaz olacaktır. Ama bu dindarlar açısından daha büyük bir yıkımı da beraberinde taşıyarak gerçekleşir. Dindarlar, yeniden kendilerine dönmezlerse ve kendi eleştirilerini kendi adlarına yapmazlarsa, onlar da bu sistemin çarkı içinde eriyip gitmekten öte bir geleceğe sahip olamayacaklar. Bu durumu değiştirecek şey ise dindarların yeniden din ile sahici bir ilişki kurmaları, kendilerini bu çarkın dışına atmaları ve siyasal olan ile mesafesini koyarak özgürleşmeyi zorunlu bir ihtiyaç olarak görmesidir.
Bu durum, kendi doğal akışı içinde kendi çözülüşünü taşımaktadır. Bu çözülüşe dur demenin yolu iradenin devreye girmesidir. Bu irade hem ferdi ve hem de toplumsal bir iradeye karşılık gelmelidir. Muhafazakârlığın çürütücü boyutunu fark ederek ondan kurtulmanın imkânlarını çoğaltmak şart olmuştur. Ak Parti iktidarı sürecinde kaybolmaya yüz tutan İslamcılığın yeniden ayağa kalkması elzemdir. İktidara rağmen İslamcılığın kendisini yeniden ayağa kaldırması mümkündür. Bu iradeye sahip olan İslamcıların ahlaki kaygılarını yeniden kazanmaları, davalarını hatırlamaları ve bağımsız bir karakter olarak öne çıkarak yeni değişimlerin niteliğini ve yönünü belirlemede aktif bir konum elde etmesi mümkündür.