Bir Olguyu Değerlendirme Ölçütü…

Abdulaziz TANTİK

BİR OLGUYU DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTÜ…Hayatın çok katmanlı yapısı ve hiyerarşik konumu ile anlamın çok katmanlı yapısı ve hiyerarşik yapısı üzerine yeterli bir düşünceye ve düşünmeye haiz olmadan bir olguyu, olgunun kendi gerçeklik zemini içinde ona tekabül edecek bir anlama ve gerçeğe ulaşmanın zorluğu bu seçim süreci ve sonucunda yapılan yorumlar bize göstermiştir.

Hayatın çok katmanlı ve hiyerarşik yapısı anlaşılmadan modern düşüncenin eşitleyici bakışı ve olguyu teke indirgeyerek anlama biçimi kavranılamaz! Monist tekçi yaklaşım, olguyu da teke indirgeyerek, olgunun oluşumunu da teke irca ederek anlamaya yönelik çabayı kutsamaktadır. İşte bu yüzden, olgunun farklı boyutlarını, farklı etkenler üzerinden belirlenebileceğini anlamaya yönelik güçlü bir isteksizlik ortaya çıkmaktadır.

Hiyerarşik yapıyı kavramadan etkileme güçlerini belirlemenin zorluğunu kavramakta giderek zorlaşmaktadır. Teke irca edilmiş sebepler, sonucu da sınırlı bir zeminde değerlendirmeye tabi kılmaktan öte bir işe yaramamaktadır. Bu da yapılan değerlendirmelerin, kısır, sığ, dar ve sınırlı bir zeminde kalmasını sağlamaktadır. İşte bu yüzden, olgu sağlıklı bir zeminde değerlendirme imkânı bulamamaktadır. Böylece olguyu anlamak yerine, ona yüklenen anlam üzerinden bir değerlendirmeye yönelerek hem kendini aldatma ve hem de başkalarını aldatmaya neden oluşturmaktadır.

Hayatı tek katmana indirgediğinizde oluşan şey; sadece sizin doğruya sahip olduğunuz, diğerlerinin ise yanlışa yöneldiğini ve kendilerini kurtarmanın yolunun kendi anlam dünyasının onlar tarafından da kabulünü sağlamaya matuf çabaların kaçınılmaz oluşuna olan inancın doğmasıdır. İster modern düşüncenin rasyonel boyutunu savunun, ister pozitivist yaklaşımını önceleyin, ister varoluşçu bir şema üzerinden değerlendirme yapın; eğer, sadece kendi değerlendirme ölçütünü tek gerçeklik ölçütü olarak kabul edeceksen, kesin olan bir şey var ki, o da senin hep bir eksikliği ve hep bir sınırlılığı taşıdığındır. Çünkü hayatta, rasyonel olana da, deney ve gözleme dair olana/tecrübeye de, varoluşsal zemine de farklı katmanlarda farklı anlamlar yüklemek daha doğrudur. Onların aynı olgunun farklı katmanlarını açıklamak için gereken yaklaşım biçimleri olduğunu öngörmek olgunun doğru ve sahici bir zeminde anlaşılması için gerekli şartı işaret eder. Aynı şekilde etkenlerinde hiyerarşik yapısını kendi özelimizde ve kendi üzerimizde tecrübeye konu edinebiliriz. Herhangi bir şeye yönelirken, yönelimimizi belirleyen etkenlere dikkat kesilelim: birden fazla etkenin öne çıktığını göreceğiz. Ama o etkenlerden biri veya birkaçı daha etkin bir şekilde öne çıkar ve belirleyici bir pozisyon taşır. İşte bu belirleyici pozisyonu taşıyan etkenlerin anlam dünyamızda ve geleceğe dair beklentimizdeki yerini de ayrıca dikkate alarak düşünmemiz, niçin o etkenlerin öne çıktığını bize gösterecektir. Örneğin, kazanma güdüsü ile adalet güdüsünü aynı zeminde değerlendiremeyiz. Hangisi öne çıkarsa diğeri etkinliliğini azaltır. Ya da iyilik yapma ile kötülük yapma güdüsü arasında da farklı etkenlilikler oluşur. Niyetiniz kötülük yapmaksa, ona göre hareket edersiniz, niyetiniz iyilik yapmak ise ona göre etkinlik kazanır.

Örneğin, bir seçim yarışında salt kazanma güdüsü ile hareket eden bir iktidar arayışının temel güdüsü kazanma olacağı için her şeyi bu kazanmanın bir aracı kılmada gerekli motivasyonu bulacaktır. İşte bu kazanma güdüsü, yapılan her şeyi kazanmaya aracılık etmesi ve etmemesi bağlamında olumlu veya olumsuz kılacaktır.

Kazanma güdüsü yapılacak olan şeyi mubah kılarak vicdanını da susturmaya neden olacaktır. O zaman yalan söylemek, birine iftira atmak, birine haksızlık etmek, birine zarar vermek, birini haksız yere töhmet altına almak ve benzeri birçok konu meşruluk kazanarak seçim startının tabii tezahürü olarak yerini alır. Bu çok tehlikeli bir durumu gösterir. Tekçi bakışın tipik örneğini bize gösterir.

Modern düşüncenin tipik monist yaklaşımının olgu değerlendirilmesindeki yeri de burada açığa çıkacaktır. Olgu ile ilgili her meseleyi teke irca ederek, yanlışı doğru, doğruyu yanlış görerek yorumlamak normalin kendisi haline gelmektedir. Örneğin, tekil bir olayı genelleme yaparak genel bir yargılamaya dönüştürmekte bunun tipik unsurudur. Müslümanların bugünkü ahvalini değerlendirmeye alırken, bazı Müslümanların yaptığı yanlışlar, günahlar üzerinden şu cümleyi kurmak normal hale geliyor: Müslümanlar ahlaken çökmüş durumdadır. Bu yargının temelini oluşturan tikel olaylar, bazı Müslümanların hataları, yanlışları vesaire olması bütün Müslümanların aynı töhmet altına alınmalarını mazur göstermez. Ama farkında olmadan tikeli genelleştirerek bütün Müslümanların töhmet altında olacağı bir yargı cümlesi kurarken o kadar kesin kullanılıyor ki gerçekliğin kendisi olarak buyurgan bir eda ile ilan ediliyor. İtirazları ise bu günaha ortak olma olarak tanımlayarak eleştiriyi de baştan itibaren reddeden bir kesinliği sunuyor. Maalesef bugün birçok konuda bu tikel olayın genelleştirilerek yargı cümlelerine dönüştürülmesini izlemeye devam ediyoruz. Bu salt Müslümanlara yönelik bir yaklaşım değil, farklı düşünce zeminlerine yönelik de geliştirilmeye devam etmektedir. Bu yaklaşımın monist/tekçi bakışın modern karakterini ise kimse dikkate almaya yanaşmıyor.

Benzer bir durum ise düşünce zemininde de ortaya çıkmaktadır. Din ve dini düşünce ile ilgili meselelerde hemen şu yargı ortaya çıkmaktadır: din, bugüne hitap etmiyor, İslam düşüncesi bugüne bir şey söylemiyor, Müslümanlar çağdaşlaşmadıkça doğruya ulaşamazlar ve benzeri görüşler, yargılar ulu orta her yerde dillendirilmektedir. Modernliği temel ölçüt olarak kabul ederek, diğer farklı düşünce ve inanç kümelerini yok saymak bir marifet gibi algılanmaktadır. Ve bu rahat bir şekilde savunulmaktadır. Savunmayı da bir üstünlük aracı gibi görmektedirler. İşte sorun burada açığa çıkmaktadır: Tam bir çözümsüzlük örneği…

Genellemenin de evrensel tanımı ile ilişkisini doğru kurmalıyız. İndirgeme hareketinin tipik bir unsuru olarak tikel bir olayı genelleştirerek onu evrensel ölçekte bir doğruya taşıdığını düşünmektedir bu olguya yaslananlar. Çünkü evrensel olan şey doğru olan ve gerçek olan şey ile örtüştürülmektedir. O zaman eleştiriye konu edindiğimiz şeyi genelleştirerek bir gerçeklik zemini kurduğumuzu düşündürtmeye başlıyor. Bunu çoğu kez bilerek yapmıyoruz, ama bilerek yapanlar da vardır mutlaka… Fakat genel itibarı ile öğrendiğimiz şeyi kullanmaya matuf bir ince zekâ veya buna kurnazlığı içeren bir akıllılık olarak da değerlendireceğimiz bir pozisyonun ortaya çıkmasına dayanır.

Modern düşünceden eğitim yolu ile öğrendiğimiz yâda kültürel doku üzerinden algıladığımız şeylerin bizi belirleyici bir zemininin var olduğunu unutmayalım... Türkiye de seçim süreci ve sonucunun değerlendirilmesinde veya başka konularda da ortaya çıkan değerlendirme ölçütlerine bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız…

Eğer iktidar olma halkın refahını sağlamak ve onların daha iyi koşullarda yaşamasına zemin oluşturmaksa ve bunun da halkın seçimi ile gerçekleşeceğine olan inancın tamsa o zaman seçim sonucuna itiraz etmenin bir hükmü kalmayacaktır. Ama ısrarla seçimi kaybetmene rağmen, kabullenemiyorsan, o zaman başka niyetlerin varlığını açığa çıkartır. Sürekli şikâyet ederek bir yere varılamaz! Kabullenmek, yarışın temelini oluşturur. Halkın tercihinin kutsal olduğunu söylüyorsan, o tercihe saygı göstermen de aynı ölçüde elzem hale gelir.

Mesele, düşünce dediğimiz olgunun hiçbir zaman dikkate alınmadığı, düşünce sistemlerinin neye tekabül ettiği konusunun bir öneminin olmadığı, ahlaki bir değerin varlığı yerine isteğini yerine getirmeyi sağlayacak her tutumun bizatihi ahlaki olduğuna olan derin inançtır. Bu da düşüncenin varlığını tehlikeye atmaktadır.  

Monist/tekçi bakışın bir olguyu değerlendirmede yetersiz olduğu bedihidir. Bu yetersizliği aşmanın yöntemi ise çok katmanlı bir hayat ve anlam dünyasını yeniden düşünmek ve idrake konu edinmek şarttır. Olguyu birden fazla etkenin belirlediği gerçeğini dikkate alarak, insan tekini de etkileyen unsurlar içinde o olguya yüklediği anlam ve bu anlamın işaret ettiği inanç zeminidir. Bu yüzden kişinin nesnel bir bakışa sahip olmasını sağlayacak olan şartın; öncelikle kendi niyetinin farkındalığına sahip olması, niyetinin ise anlamın sahih ve sahici olduğunun göstergesi olmadığını, niyetinin sağlam, sahih ve sahici oluşu ile olguya etkisi arasındaki dengeyi doğru kurması gerektiği de ayrıca dikkate alınmalıdır.

Olguyu birden fazla etkenin ve birden fazla öznenin etkilediğini dikkate aldığımızda ise başka öznelerin de varlığını dikkate almak elzem hale gelir. Yoksa sadece kendi isteğini mutlaklaştırarak mutlak bir faşizmin çıkışına zemin oluşturulur. Zaten bunun tipik örneklerini de gözlemlemekteyiz. Burada hakikat ve olgu arasındaki ilişki ile hakikatin etkenler üzerindeki belirleyici fonksiyonu da ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken unsurlardır. Yani kısaca öyle sanıldığı gibi bir olguyu şıp diye doğru bir şekilde anlamak kolay olmuyor. Bu konuda bir nesnel zeminin varlığı, sahip olduğun bakışın hakikat ile ilişkisinin varlığı, niyetinin kendi hakikat algın ile bağını da dikkate alan yoğun ve dikkatli bir yaklaşım üzerinden tarihsel tecrübeyi de dikkate alan bir sürece ihtiyaç olduğu bedihidir.