Aldatmanın/Aldanışın Süreklileştirilmesi…
Sesli Makale Dinle
Değerli okurumuz, browser'ınız maalesef ses dosyasını desteklemiyor
Modern Dünya, kurgu ve yapaylık üzerine kurulu bir epistemenin cenderesinde işlevselleşmektedir. Her kurgu kendi iç bünyesinde yapaylığı taşımaktadır. Kurgu demek ise; herhangi bir olayı, olguyu, durumu bir tahayyül sonucu yeniden betimlemektir. Her betimleme ise genel itibarı ile yeniden çizilmiş bir resmi andırır. Doğal özellik yerini yapay bir özelliğe taşır. Modern bilim ve felsefe de bu çerçeveden bağımsız ele alınmamalıdır. Tabi ki Modern Düşünce içinde farklı türevler vardır. Ama ana omurga bu durumu açık bir şekilde resmetmektedir. Bilme süreçlerine müdahil edilen mekân ve zaman olgusu ise bilgi süreçlerini yeniden tanımlamaya yönelik bir ilgileşimi de içinde taşımaktadır.
Mekân ve Zaman bağımlı epistemenin indirgenme biçimini legal bir zemine taşıdığını ve bilinmeyeni devre dışı tutarak var olanın sınırlılığı içinde hareket kabiliyeti kazandığını da bize gösterir. Bu indirgeme hali, Modern Düşünce açısından bir sığlığı ve sınırlılığı ihtiva ettiği gibi Metafizik gibi gaybe dair bir beklentiyi de ortadan kaldırmakta ve zaten Kant aracılığı ile Metafizik akli sınırlara geri çekilerek kadim özelliğini kaybetmek durumunda kalmaktadır.
Bu girişi şunun için yaptım: Bugün içinde yaşadığımız siyasal şartların oluşmasındaki propaganda yapısının üzerine bina edildiği yapının kendisinin Modern Dünya açısından doğal olana tekabül ettiğini belirlemek ve belirtmek içindir.
Bir Dünya Görüşü, kendisine bağlı, ahlaki yapıyı, siyasal karakteri ve işlevselliğini ve iktisadi yapıyı belirlerken ilişkiler ağının niteliğini de temellendirir. Modern Dünya görüşü ise Tanrı’nın etkisiz elemana dönüştürüldüğü bir Dünya Görüşü içinde Dünya ile sınırlı bir hayatın kendisini eksene alan bir yaklaşım taşıdığı gibi insanlar arasında da bir sınıfsal ayrımı; modern veya barbar ayrımı yaparak varlık kazanmaktadır.
Aydınlanmış kişi insan vasfını kazanırken aydınlanmamış insan ise insanımsı bir varlık kategorisinde değerlendirilmektedir. Afrika ve Latin Amerika yerlilerinin bu şekilde öldürülmesinin meşru zemini bulunabilinmiştir. Kendi tanrılığını ilan bakımından Modern Düşünce herhangi bir çekince takınmamaktadır. Ama bu durumu bütün aydınlanmış insanlar için bir hedef kılarak üstünü örtmektedir. Yani aldatmaya adım atmaktadır. Çünkü iktidarda olan ve sömürü çarkını geliştiren sermaye ile halk aynı kefede asla buluşamazlar! Yedikleri, içtikleri ve barındıkları ortamlarda farklıdır. Bütün insan hakları söylemine ve özgürlük nidalarına rağmen bu böyle sürgit devam etmektedir. Bu da haklar bağlamında aldatmanın süreklileşerek devamını sağlamaktadır. Ulus devlet olma vasfı ile imparatorluklar dağıtılırken, ulus devletlerin çöküşüne sebep kılınacak etnik ayrımcılığı gündemleştirerek kendi iktidar alanını genişletmeyi sürdürmektedir. Bu noktada da bir aldatma ve aldanış büyük bir anlatı altında gerçekleştirilmektedir. Örneğin; şu an Suriye meselesinde gündeme gelen YPG ve benzeri yapıların orada yerleşik hale gelmelerinin Kürtlere tanınan hakların imtiyazından kaynaklandığı söylense de bütün dünya bilmektedir ki orada ABD ve İsrail çıkarlarına uyumlu oldukları sürece bu geçerliliğini sürdürecektir. Burada da önemli bir aldatma ve aldanış at başı sürmektedir.
Pandemi meselesinde ortaya çıkan aldatmalar ve aldanışların gücü karşısında binlerce ölüm yaşanmıştı… Birçok insan iflas etmek durumunda kaldı. Evden çalışmalar yapılmaya ve teknolojik bağımlılık öne çıkarıldı. Bu noktada otoriter bir sosyoloji inşa edildiği gibi toplumsal yozlaşmayı da öne çıkartan bir resim giderek kalıcı hale gelmektedir. Spor müsabakalarında ödül verme törenlerinde yapılan şovlar… Müzik arenasında gösteriye dönüştürülen şovlar… Hep bir şeytan iktidarının simgesel arzusunu dile getirmesi bir tarafa en büyük sapmayı LGBT-i gibi toplumsal cinsiyet kavramı altında gizlenen ve büyük bir aldanışı içinde taşıyan olgunun yerleşik hale gelmesini sağlayacak büyük masrafların sermaye tarafından fütursuzca kullanıldığı bilinmektedir. Bu noktada da aldatmanın ve aldanışın süreklileştiğini gözlemleyebiliyoruz…
7 Ekim ‘Aksa Tufanı’ ile başlayan yeni süreçte de aldatma ve aldanış giderek çoğalarak sürgit devam etmektedir. Önce Hamas’ın çocukları, kızları, sivilleri vurduğu öne çıkarıldı. Yalan çıktı… Kendi çocuklarını ve sivillerini vurdukları açık bir şekilde ortaya çıktı ama dünya kamuoyunda herhangi bir ses çıkmadı. İsrail kendi çocuklarını vurduğu gibi Filistinli çocukları ve kadınları da vurmaya devam etti… Bu durumun İsrail’in cevap hakkı olduğu tezi üzerinden üstü örtüldü. İsrail katliamlarına devam etti, soykırıma vardırdı işi… Ama ne uluslar arası kurumlar ve ne de büyük devletler bu konuda bir şey demediği gibi bir iki toplantı ile İslam ülkeleri de herhangi bir şey söylemedi ve katliam soykırım olarak devam ede geldi. Ama söylemler giderek arttı ve en yüksek perdeden dile gelmeye başladı. Ama değişen herhangi bir şey olmadı. Bir sene geride kaldı ve Lübnan devreye girdi. Gazze’de istediğini elde edemeyen İsrail, Lübnan üzerinden kendi iktidar gücünün hezimetini unutturmaya çalışıyor. Yoğun bombardıman ile sivilleri öldürüyor, binaları çökertiyor ve yaşamı olumsuz etkiliyor. Ama yine bir ses çıkmıyor. Çıkan sesler, iktidar alanının dışında konumlandığı için bir etki üretmiyor. İnsanlar ise aldanışı yaşadıkları için büyük kalabalıklar ile eylem yapmaya imkân bulamamaktadırlar. Gazze saldırıları üzerinden bir yıl geçtiği için eylem yapan sivil toplum kuruluşları istedikleri gibi insanları toplama özelliği kazanamamaktadır. Sanki insanlar giderek alışmaya başladılar. Normal hayat devam etmekte ve kimse artık soykırımı dinlememektedir. Televizyon tartışmalarında strateji konuşulmaya başlandı ve aldanma ile aldatma at başı sürmektedir.
Herkes kendisine baksın ve Filistin katliamının ilk zamanları ile bugün meydana gelen Lübnan saldırıları karşısındaki konumunu mukayese yapsın… Yeniden fitillenen Şii Sünni gerilimi ise aldatmayı ve aldanışı kolaylaştırmaktadır. Bu durum devam ettikçe de ABD, İsrail ve Şürekâları kendi iktidarlarını sürdürmeye devam edeceklerdir. Yeni dünya sisteminin kurması beklenen Çin, Hindistan ve Rusya gibi büyük aday devletler ise bu olayda sınıfta kalmışlardır. Herhangi bir emare göstermeden yeni bir dünya sisteminin kurucu unsuru olmak mümkün görülmemektedir. Bölgesel güç olarak Türkiye ve İran ise yeterli düzeyde bir etki ortaya koymakta zorlanmaktadır. Birlikte hareket etmeleri gerekirken, ulusal çıkarlar gibi aldatmayı ve aldanışı kolaylaştıran unsur üzerinden birbirlerinin önünü kesmekte ve ortak hareket kabiliyetini kaybetmeye başladıkları görülmektedir. Mısır ise içinde bulunduğu durumun kendisinden hareketle zaten bir şey yapmaya gücü ve takati bulunmamaktadır. Suudi Arabistan/Amerika ise zaten istediğini elde edeceği vasatı beklemekte ve kendi ulusal çıkarını öncelemekten imtina etmemektedir. Bu noktada müslüman olmanın herhangi bir avantajının kalmadığını, dinin kişiyi, toplumu ve ilişkiler ağını belirlemede yer almadığını açık bir şekilde belirlemeli ve sekülerliğin Müslümanlar arasında da başat unsur olarak işlevselleştiğini söylemek durumundayız.
İşte bütün bu durumlar, olgular ve olaylar bize yeniden müslüman olmanın neliğini düşünmeye yöneltmelidir. Müslümanca Bir Dünya Görüşünün imkânlarını müzakere etmeliyiz. Bu kendi Dünya Görüşümüz içinden hareketle mevcut olup bitene karşı yeniden bir tavır takınmayı öncelemeliyiz ki aldatmayı ve aldanmayı öteleyerek onun baskısından kurtularak özgürleşebilecek bir vasatın kurulmasını mümkün kılalım…