AKLI KARIŞIKLAR İÇİN KILAVUZ…

Abdulaziz TANTİK

Suriye meselesi özelinde ve genel itibarı ile insanlarımız düşünce zemini diye kendilerine dayatılan algılara yenik düşerek düşünme zeminini kaybetmektedirler. Bunun sebebi ise ‘önbilgi’ dediğimiz varsayımların neye tekabül ettiğini bilmemeleri ve buna dayalı yaklaşımın bir eleştirisi yerine olduğu gibi kabulü üzerinden yapılan yorumların bir kritiğini yapamamalarıdır.

Dünya sisteminin değiştiği yıllardır söylenegelen bir olgudur. Soğuk savaş döneminin bittiğini ve ikili yapının tükendiğini neredeyse her kes ve kesim söylemektedir. Doksanlı yıllarda kalmış ön varsayımlar üzerinden hala yeni oluşan siyasal hareketlenmeleri okumak, ne olup bittiği konusunda cahil kalmaktan öte bir şeydir. Çünkü Malik B. Nebi’nin dediği gibi en tehlikeli şey; ‘sömürülmeye yatkın olma halidir’. Ve maalesef biz sömürülmeye yatkın olma halini sürdürdüğümüz sürece şeytan ve onun temsilcilerinin ekmeğine yağ sürmeye devam edeceğiz demektir.

İki binlerin başında Amerika ‘Tek Dünya Devleti’ tezini ortaya attı ve buna uygun siyasetler geliştirmeye çalıştı. Ama bunun böyle olmadığı açık bir şekilde belli olmaya başlamıştı. Son on yılın siyasal gelişmeleri bu tezi doğrulamaktadır. Asıl yapılan vurgu ise; ‘Çoklu Güç Denklemi’ döneminin başladığı tezidir. Bu teze göre Bölgesel Güçler, uluslar arası güç tanımını değişime uğrattığı gibi öyle her olayda elini kolunu sallayarak istediğini alma dönemini de bitirmiştir. Hala bazı görüntüler eskiden kalma olsa da yeni dönem bambaşka bir zemin üzerinden hayatiyetini sürdürmektedir. Ukrayna Rusya savaşı kadar İsrail terör devletinin Gazze katliamı ve ona direnen şanlı mücahitlerin direnişi de uluslar arası güç kavramını yerle yeksan etmektedir. Suriye ‘de meydana gelen halk hareketi ve oradaki müslüman güçlerin ayağa kalkarak Esad Rejimini yerle yeksan etmeleri de bu meselenin nereye tekabül ettiğini göstermektedir.

Direniş Ekseni adı altında bir Fars egemenliği arayışı ise Suriye örneğinde sona erdi. Buna yönelik tepkisel tavırlar ise işi daha da çıkmaza sürmekten öte bir işe yaramayacaktır. Türkiye her konuda olduğu gibi bu konuda da bölgesel çıkarları dikkate alan yaklaşımlar geliştirmeye devam etmektedir. Bölgesel çıkarların kendi çıkarları ile uyumunu gizlemeden bunu yapmaktadır. İran ise Bölgesel çıkarlar yerine kendi ulusal çıkarlarını öncelemekte bir beis görmemektedir. Suudi Arabistan ve Mısır ise ne yapacaklarına bir türlü karar veremeyen ve sürekli bir oraya bir buraya yalpalayan tutumlar sergilemektedir. Katar’ın ise başından itibaren Türkiye ile birlikte ve bölgesel çıkarı önceleyen tutumu kadar Müslümanlarla ilişkilerini en üst düzeyde tutması da başarı hanesine yazılmayı beklemektedir.

Dünya sistemi çökmüştür. Yeni bir çıkış kapısı aranmaktadır. Trump gibi liderlerin bunu başarması ise mümkün görünmemektedir. Çin ve Rusya ise beklenen gücü göstermede imtina etmektedirler. Hindistan ve Japonya ise sessiz bekleyişteler. Avrupa ise bütün çırpınışlarına rağmen, Afrika ve Asya’dan çıkarılmaktadırlar. Ayrıca dünya sistemi konusunda ileri bir adım atabilecek gücü toparlayamamaktadırlar.

İşte Dünya Sistemi bu kadar negatif bir pozisyonu taşırken, Suriye meselesinde sanki hiçbir şey olmamış gibi soğuk savaş döneminin argümanları ile konuyu tartışmak ve olan biteni değerlendirmeye çalışmak, zihni on dokuzuncu yüzyılda bırakmak anlamına geldiğini de idrak edememek anlamını taşır.

Yeni bir Dünya Sistemine geçiş yapılırken kendi iç bütünlüğünü sağlayan, olup biteni doğru okuyan ve kendi ekonomik gücünü ve askeri gücünü toparlayan ve buna uluslar arası ilişkilerdeki adaletli tutumunu da ekleyen bir güç belirleyici pozisyonu elde edecektir. On beş Temmuz öncesi ve sonrası Türkiye sath-ı mailinde meydana gelen olayları bu gözle yeniden değerlendirmekte yarar var. Türkiye, özelinde ve genelinde meydana gelen olayları, illa bir güce yaslanma olarak okumak yerine bugüne kadar sürdürülen politikaların belirli bir aşamaya gelerek kendi meyvelerini vermeye başladığı tezi düşünülmeye ve takdir edilmeye daha layıktır.

Libya örneği, Suriye örneği, Karabağ örneği ve benzeri birçok olgu Türkiye’nin kendi politikalarını kendisinin geliştirdiğini ve bölgesel güçlerinde bu sürece girdiğini, her türlü gücün bu meseleyi doğru anladığını ve yeni siyasetler geliştirilirken bunun dikkate alındığını bilmek gerekir. Türkiye Irak yakınlaşması, Suriye’de rejim değişikliği, Suudi Arabistan ve Mısır ile yakınlaşmalar vesaire bu yeni siyasal duruşun örnekleri olarak okunmalıdır.

Gazze direnişi yeni bir dünyanın kapılarını aralamaktadır. İlk adımı atan Suriye arkasından yeni adımların gelebileceğini de dikkate almakta yarar var. Sudan’da barışın ikamesi, Somalı ve Etiyopya arasındaki barış görüşmeleri, ileride Yemen ve Lübnan iç barışının sağlanması, bölgenin kendi ayakları üzerine durmasını ve kendi politikalarını kendilerinin belirleme gücü elde ettiğinin göstergesi olacaktır. Yeter ki soğuk savaş dönemi politikaların geçerliliğinin bittiğini idrak edelim ve yeni döneme daha olumlu yaklaşmayı başarabilelim. Afganistan eğer kendi sistemini kurarsa ve bunu kalıcı hale dönüştürdüğü zaman birçok şey yeniden düşünülecektir zaten! Bangladeş ve rejim değişikliğini dikkatlerden kaçırdık. Hâlbuki önemli bir adımdı. Şu sıralar Pakistan karıştırılmak istenmektedir. Oranın da kendi sükûnetini inşa etmesi elzemdir. İşte o zaman İslam Dünyası diye bir şeyden söz etmek mümkün olacaktır.

Dünyanın adalet ve barış üzere bir yaşamı tercih edebilmesinin yolu; Müslümanların iktidar olmaları ve bunu İslam ile barışık bir şekilde yürütmelerine bağladır. Adalet ve ahlakı yeniden dünya sisteminin gündemine taşımak Müslümanlara yakışır bir durumu işaret eder. Batı ve batı modernleşmesinin bütün kavramları, hümaniter yaklaşımları tükendi, kendini iflas ettirdi ve hatta intihar etti. Gazze direnişi bunu apaçık bir şekilde gösterdi. Batılı yerleşik bütün kavramlar tükendi. O yüzden yeni bir dünya yeni bir kavramsal şemaya ihtiyaç hisseder. İngiltere bu gerçeği görmektedir. O yüzden İslam dünyası ile birlikte hareket ederek kendi konumunu pekiştirmek istemesi kendisi açısından makul olacaktır. Buna Amerika gibi bir ülkenin katılımı bile mümkün iken buna teşne bir Avrupa bulmak ise bir hayal olmaktan öte bir şeye dönüşebilir.

Bu noktada asıl mesele ise; müslüman entelektüel ve aydınların özür dileyici tutumları ve aşağılık kompleksidir. Olan biten her şeyi batı ve ABD üzerinden okumaları, İsrail’i yenilmez bir armada gibi görerek her şeyin onlar tarafından planlandığının inancı ciddi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Gazze zaten İsrail mitini yerle bir etti. Yenilmez armadasını yerle yeksan eyledi. Bütün gücüne rağmen İsrail’in Gazzelileri açlığa, susuzluğa, ölmeye sürüklemesine rağmen geriletemedi. Ateşkesi istemeye – istemeye kabul ederek yenilgisini ilan etti. Müslüman aydın ve entelektüellerin bunu görmesi ve bu yeni durum için yeni taktik ve stratejik ön varsayımlar geliştirmesi elzemdir. Müslümanlar, politik tutumdan bağımsız olarak kendi varlığını, ümmetin varlığını izhar edecek, adalet ve ahlaki zeminde güçlenecek adımlara ihtiyaç hissetmelidirler. Çünkü sadece Müslümanların kurtuluşu değil, bütün bir insanlığın kurtuluşu da buna bağlıdır. Yoksa mı? Büyük bir hüsran ve şeytanın iktidarı altında kıyamete doğru bir tufan beklemektedir.

Her şey bir umut ile başlar ve bir umutsuzluk ile de tükenir…

Abdulaziz Tantik